Kapı çalınır sabahın köründe.

Kara haber verilir anaya babaya, bacıya kardaşa, eşe dosta.

Başınız sağ olsun, denilir.

Yürek dayanır mı buna, can durur mu o bedende.

Akıl kalır mı başta, kalp kırmaz mı kaburgaları?

Daha dün vardın ama ne kadar da uzun geliyor insana, olduğun en yakın zaman.

Bir nefesliktir can, kesildi mi gidiyor işte.

Et ve kemik kalıyor geriye. Can bir kuştur, uçuyor ötelere.

Ten kafesinin kapısı açılır vakti geldiğinde, insan aslına uçup gider.

Kopup geldiği yere:

Rabbine…

Anne yarısıdır teyze.

Teyze oğlu da kardeş yarısıdır.

Yarı ölüyüz bugün.

Taze gömüyüz. Can yarasındayız.

Can kaybındayız.

Giden de kalan da sahipsiz.

Öyle bir vaktini yaşıyoruz ki bu âlemin yan yanayız ama uzağız.

Buradayız ama yokuz.

Çaresizlik diz boyu, hüzün kursağımıza kadar…

Ah u aman içinde, nale ve efgan içindeyiz.

Ah u zar içre, kahr u perişandayız.

Müthiş bir sol ayağı ve futbol tekniği vardı.

Hani derler ya futbol zekâsı üst düzeyde diye, öyleydi.

Bu virüse de ataydın çalımı teyze oğlu.

Bu virüse de çakaydın golünü.

Virüs taşıyıcılarınadır sözüm:

Çıkmayın sokağa, karışmayın insan içine.

Bakın görev başında olan sizden kapıyor bunu ve hayatından oluyor.

Size bir şey olmuyor ama başka birisini hayatının baharında alıp götürüyor.

Ve kimse hiçbir şey yapamıyor.

Onun hayatına mal olduğunuz gibi eşinin, çocuklarının, annesinin, babasının, kardeşlerinin ve sevenlerinin de kahrolmasının müsebbibi oluyorsunuz.

Size bir şey olmaz ama çok kişiye gördüğünüz gibi hayat zindan oluyor.

Polisti teyze oğlu. Yardım dağıtımındaydı Kaymakamlıkta. Ne olduysa orada oldu. Ne kaptıysa orada kaptı.

Kursağımıza kadar hüzünlüyüz.

Saçımızdan ayakucumuza kadar üşüyoruz.

Rabbim aklımıza mukayyet ol, sabrımıza sabır ekle.

İmtihanımızı hayırlı kıl, istikametimizi doğruya yönelt.

Senden geldik sana döneceğiz, amenna.

Teslimiyet içindeyiz, kayıtsız şartsız hem de.

Öyle bir sancı ki bu duçar olduğumuz…

Gitmek lazımken gidemezsin, kalmak gerekirse kalamazsın.

Ölmek haktır tek, sana uygun görülen…

İtiraz etsen ne yazar ki.

Dün varsın bugün yoksun; bu kadarcık değil mi insanın hikâyesi.

Daha gençti. Çok ama çok iyiydi.

Babaydı, eşti, evlattı.

Ama ecel bakmaz ki bunlara!

Sağ kalmayacak hiçbir kimse, er ya da geç gidecek herkes ebedi istirahatgâha.

Sabrın da sonu varmış eze oğlu.

Acının da dibi yokmuş eze oğlu.

Gözyaşları, dibi delinen gök gibi dökülmektedir kalpten gelerek.

Onun da dur durağı yok eze oğlu.

Merhem var mı bu yaraya?

Dağ var mı kanamış yarayı yakmak için?

Dağların ardı pusludur, gök ağlamaklıdır ve toprak alabildiğine can kokmaktadır.

Var mı bunun bir ilacı hekimim?

Var mı tesellisi, teskin edicisi…

Yok, biliyorum.


Sabırdır tespih misali çektiğimiz.

Duadır dilimizden düşürmediğimiz.

El gibi olduk bu âlemde.

Öksüz kaldık gurbet elde.

Yetim sayıldık karantinada.

Bir kalemde siliniyoruz.

Bir kaldırımlık götürülüyoruz.

Bir gömülük canımız var.

Son bir yüz görümlüğü dahi yok.

Rabbim sana iltica ediyorum.

Her şeyden sana sığınıyorum.

Gidene rahmet, kalana sabır senden…

Defninde bile yalnızdır bugün insan.

Herkes mesafe kuralına uygun durmaktadır.

Can eşin bile yanına sokulamamaktadır.

Can parçaların, çocukların dahi…

Ağlayana teselli verecek kimse yok, gözyaşı dökene mendil uzatacak…

Çarçabuk koyulursun soğuk toprağa.

Örtülür kepçeyle üzerin.

Kapanan dahi olamıyor mezarına.

Fatiha’n okunur uzaktan uzağa dudaklarda.

Ne kadar mustaribim.

Teyze “eze”dir bizde.

Eze oğlu da acısıyla tazedir bize bugün.

Yürek yanan bir ateş olsaydı su döker o ateşi söndürürdük.

Oysa mecazidir yürek yangını.

Metcezir halindedir.

Kalbimin kıyısına vuran ölümün şiddetli dalgalarıdır.

“Sen de mi gittin?”

Herkesin illaki hayatında en az bir kez kullandığı bir soru kalıbıdır.

Evet, sen de mi gittin eze oğlu?

Anne yarısıdır teyze.

Onun kalbi yaralıysa eğer bizim kalbimiz de şerha şerhadır bugün.

Onun gözyaşları sağanak sağanak akıyorsa yüreğine bizim de halimiz pek farklı değildir.

Taş bağlasak erir de erir. Beton döksek de çare olmaz, dökülür de dökülür.

Kimsenin gideni getirdiği görülmemiştir bu dünyada.

Dindirmemiştir hiçbir şey bir ananın paramparça olan yüreğini.

Kapı çalınır sabahın köründe ve kara haber verilir.

Yürek yırtılmaz mı sanırsınız?

O acıyı yaşayan ölmez mi?

İnsanın yüreği ağrır mı?

Canı ta içten yanar mı?

Gözleri dolar mı hemen?

Sesi titrer mi? Oluyor işte.

Sizdense giden oluyor işte.

Candansa kopan oluyor işte.

Olumsuz şeyler ne de çok oluyor ve nasıl da büyüyor acısı. İyiler ne de çabuk gidiyor.

Güzellikler nasıl da cılız bir mum alev gibi yanıp da sönüyor.

Umut dediğimiz şey bir çocuk oyunundaymışız gibi uzaktan uzağa yüzünü gösteriyor ve bir daha görünmemek üzere kayboluyor.

Hüznün silueti var şimdi baktığımız her yerde.

Gördüğümüz her yüz kaybettiğimizin yüzüdür.

Duyduğumuz her ses onun sesidir.

Allah’ım bu ne kadar kederdir?

Hep hüzne meyyaliz, kaderimiz bu.

Bu öylesine kalpten akıp gelen hislerin bir nevi kalemle kâğıda dökülmesidir.

Bir nevi gözyaşıdır damla damla kâğıda dökülen.

Sicim sicim akan yaştır kirpiklerimizden saçılan…

Bir taziyedir bu Fatiha’nızı esirgemeyin merhumdan.

Mekânın cennet olsun teyze oğlu.

Rabbim sabır versin cümle sevenlerine.

Başımız sağ olsun. Âmin.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol