Dünyadan bir Muhammed Abdulgaffar Meşali gelip geçti ancak eminim birçoğumuz bu ismi o öldükten sonra duyduk ki buna ben de dahilim. Oysaki yardım kuruluşları, yoksullar ve medya organları tarafından gayet iyi tanınırdı.

Bu yazımdan sonra umarım başta ben olmak üzere kimse unutmayacaktır bu ismi...

1944 senesinde Mısır’ın yoksul bir mahallesinde dünyaya geldi. Hayatı sürekli zorluklarla mücadele ederek geçmişti.

1967 yılında tıp öğrenimini tamamladıktan sonra ülkesinin en yoksul bölgelerinden birinde görev yapmaya başladı.

1975’te özel kliniğini açtı ve orada maddi gücü yetersiz olan birçok insanı ücretsiz olarak tedavi etmeye başladı ve bu belki de son nefesini verene kadar sürdü.

Üç çocuğunun dışında kardeşinin yetim kalan çocuklarını da himayesi altına alıp onların topluma faydalı bireyler olmasını sağladı.

Mısırlı ünlü yazar Taha Hüseyin’in toplumun ezilen ve yoksul kesimi için kullandığı,

“Yeryüzünde işkence çekenler”e hiçbir maddi karşılık beklemeden ömrü boyunca yardımlarda bulundu.

Kendisinin bu özelliğini bilenler maddi yardımda bulunmak istediğindeyse bunu geri çevirip ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını istemiştir.

Hayatı da son derece mütevazi bir şekilde yaşadı.

Lüks kelimesine ne düşüncesinde ne de yaşantısında yer verdi.

Onu tanımayan biri dış görüntüsüne baktığı zaman pejmürde haline aldanarak sıradan ve yardıma muhtaç biri olduğunu düşünür ancak o yardım ettiği insanlar gibi yaşamayı tercih etmiştir ömrü boyunca.

Bu hayatta herkesin bir dönüm noktası vardır ve ben buna inanırım...

Tabi ki Dr. Meşali’nin yardıma muhtaçları ömrü boyunca ücretsiz tedavi etmesinin de bir nedeni yani bir dönüm noktası vardı elbette...

Bir anne, ateşler içindeki çocuğunu hastaneye getirdiğinde doktor da iğne ve ilaç yazıyor.

Annenin ise ilaçları alacak parası vardır var olmasına ama ya ilçaları alacak ya da çocuklarına yemek alacak elindeli parayla.

Bunu bilen ateşler içindeki çocuğu da annesine; “Anne kardeşlerimi doyur sen!” dedikten sonra kendini balkondan aşağı atıveriyor.

Anne kanlar içindeki evladını hastaneye götürdüğünde olayı Meşali’ye anlatır.

Bu olayı öğrendikten sonra hiçbir yoksuldan para almamaya başlıyor ve son nefesine kadar da bunu mesleki yaşamına yansıtıyor.

Sırtına geçirdiği o beyaz önlük onun görünmez kanatları oluverdi yıllarca.

Omuzlarındaki ağır yükü taşımasına yardım etti.

Alın terinim yere düşmesine engel oldu.

Saflığı, temizliği sembolize eden beyaz renge hiçbir kara çalmadı.

Son olarak da;

“Fakirlere iyi davranmanızı vasiyet ediyorum.” diyerek  vasiyetini bir cümleye sığdırıyor.

Böyle ahlaki bir erdeme sahip kaç kişi var ki etrafımızda?

Ya da yoksullara karşılıksız yardım eden insanları görünce onlara “salak” damgasını vurmayan kaç kişi var ki?

Yukarıda kısaca bahsettiğim bu yaşam hikayesinden çıkarılması gereken dersler var kesinlikle.

Yaptığımız ahlaki eylemlerin geride bıraktığımız maddi bir servetten daha değerli olduğunu artık anlamalıyız.

Çünkü maddiyat gün gelip biter fakat maneviyat sonsuza dek sürer gider dilden dile, yürekten yüreğe...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol