“Satılık bebek ayakkabısı. Hiç giyilmemiş.”

Yukarıdaki beş kelimeden oluşan cümle dünyanın en kısa öyküsü olarak kabul edilir. Ernest Hemingway tarafından kaleme alınan bu öykü aslında çok derin ve iç acıtıcı anlamlar barındır şu birkaç sözcüğün ardında. 

Yazar, 20 asrın en önde gelen roman ve hikayecilerindendir. Onun en önemli özelliği ise basit bir teknik kullanarak derin izler bırakan kitaplar yazmaktır. En kısa hikayeyi de yazmasına şaşırmamak lazım.

Neden dünyanın en kısa hikayesine değindim?

Dünyanın birçok yerinde insanların yaşama hakları ellerinden alınmış durumda. Nasıl ki koca koca hayvanat bahçeleri kurulduysa insanların elleriyle, farklı bir türlerini de insanlar için kuruldu.  

Bunların başında da çocuklar geliyor maalesef. Çoğu, çocukluklarını bile yaşayamadan hayatın acımasız yüzüyle karşılaşıyor ve küçücük omuzlarına dağlar kadar yük bindiriliyor. Minicik yüreklerinde en derin yaraların izleri kalıyor. Ruhları ise rüzgâra direnmeye çalışan bir bayrak misali paramparça bir hâlde. Onlar için çocukluk üzerine giydiği yırtık bir hırkadan ibaret, o kadar uzak ve anlamsız...

Çocuk her yerde çocuk olamıyor maalesef.

Yemen’de açlıkla mücadele verir

Suriye’de harabeler arasında kayıptır

Filistin’de ya şehittir ya gazi

Afganistan’da hayalleri kayıptır

Irak’ta kendi vatanında göçmendir

En kötüsü de ya yetimdir ya öksüz...

Kimi okyanus kıyısına vurur dalgalara takılan küçük bir yunus gibi, kimi yeni bir hayat için dağları aşarken taştan bir yürek taşıyanın ayağına takılıverir, kimi ardından küçük bir biberon bırakır enkazların arasında...

Bu yeryüzünde insan olmayı beceremedikçe daha nice çocuk, yaşayamadan göçüp gidecek çocukluğunu. 

Belki de çoğu büyüyecek, bir anne , bir baba, bir öğretmen, bir doktor, bir avukat vs olacak yaşadıklarından dolayı kendi evlatlarına daha düşkün olacak ve ömrünü onları mutlu etmek için feda edecek her anne baba gibi. Ancak yüreğinin bir köşesi hep eksik ve yarım kalacak. Anılar biriktirecek elbet yaşamı boyunca ancak çocukluğuna dair en ufak bir güzellik olmayacak. İşte o boşluk hiçbir zaman doldurulamayacak. 

Ernest Hemingway’in şu sözü çok şey anlatır;

“Hayat hakkında yazabilmek için onu önce yaşamak lazım.”

Bu hayatı yaşayamayıp ancak en güzelini yazanların olduğu muhakkaktır. İşte onlar yazıp dururlar bu kısacık ömrü ancak o sözcükler sadece yaralarını gizleyen koca koca yarabantlarıdır. Sürekli kanar durur da kimseler fark etmez çünkü yara bedende değil ruhtadır. Ruhun derinliklerine akar o kabuk bağlayamayan ve kanayan yara. 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol