“Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?”
Ahmet Arif
Anadolu’msun bir muzaffer komutan. Bir kadim dostsun binlerce yıldan gelen. Anadolu’msun her nefeste dile gelen, her fikirde beyne giren. İnsanlara ev sahipliği yapan, onlara kapılarını açan, el veren, sırt sıvazlayan, yara tımar eden, doyurup içiren…
Abıhayatın var şaraplarında, meyhanelerin, peymanelerin var harabelerinde. Sakilerin var sebillerinde; hanların, hamamların, kervanların, kervansarayların… Eşkıyaların, yılanların, hainlerin var; taş ve kerpiç evlerin…
Ziyaretgâhların, mabetlerin var; peygamberlerin, Lokman-o Hekimlerin, Selahattinlerin, hocaların… Anlıyor musun beni! Sen koca Anadolu’msun.
Utanırım dünün kardeş teriyle ıslanmış toprağından bugün kardeş kanıyla ıslanmış toprağına geldiğimizden. Utanırım insanların duygusal fukaralığından. Vaktinde sadaka dahi verecek Allah’ın bir kulunu dahi bulamayan bu toprağın insanı bugün modernleşen dilenciler haline gelmiştir. Bu sadece paradan yana değil; makamdan, sevgiden, sevdadan, gönülden yana da böyledir. İşte bundan hicap duyarım tenimin en dip katmanına değin. Mevlana’dan, Yunus’tan, Hacı Bektaş’tan utanırım. Yana yana, yakıla yakıla bunu da aşacaktır Anadolu’m. Hani ne demişti Nazım:
“Ben yanmasam,
Sen yanmasan,
Biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.”
İşte Anadolu yanacak, ben yanacağım, sen yanacaksın. Bizi bekleyen -ufkumuzun üzerindeki kara bulutları berhava edip- aydınlık günlere ulaşacağız.
Hem yalçın kayalar gibi sert nazarlarından hem yalçın kayalar gibi taş yüreklerinden mustaribim. Böbrek taşı düşüren bir adam için hani üstadın biri “Olsa olsa o taş yüreğinden düşmüştür oraya.” demiş ya bizler de bugün o mealde bir yaşam içindeyiz. Taşlaşmış yürekler, taşı döken gözler, kararan vicdanlar…
Anadolu’msun. Bil bunları, tanı! Tanı da öyle büyü her gün. Seninle boy atsın umudumuz, renk versin sevdamız, meyveye dursun davamız. Hani gardiyan mahkûma sormuş ya “Hangi gözümün takma olduğunu bilirsen seni hücre cezasından kurtarabilirim.” Mahkûm da “Sol gözünüz takmadır.” deyince gardiyan da “Nereden bildin?” diye sorar. Mahkûm da doksana takarcasına “İnsanca bakıyor da.” diye noktayı koyar.
Takma gözü daha insanca bakan bir zihniyetten iki gözü insanca bakan bir zihniyete yelken açmaktır ülkümüz. Anadolu’msun. Bil bunları kazı beynine!
Toprakların hor kullanılmış, üryan kalmış. Harmanım, nasırında şeklini bulmuş insanlarımın. Yiğidin harman olduğu yerdir Anadolu, yüreklerin Ağrı Dağı olduğu… İmeceyle nice yüz yılları devirdi omuz omuza, el ele, gönül gönüle insanımız. Dört kitabın manası bir elifte gizliyse dört kitabın yaşam alanı da Anadolu’da gizlidir.
Anadolu barıştır, kardeşliktir, özgürlüktür. Mardin’e gel desem dostluğa, inanca, hürmete… Bitlis’e gel desem Beş Minare’ye, Hasankeyf’e, Balıklı Göl’e, Zap’a, Ah Tamara’ya…
Kol kola nice savaşlardan çıktık, nice acıları sineye çektik, nice zılgıtlar çektik semaya. Nice yıldızları kayarken gördük karanlıklarımızda. Bizler dilek tuttuk yarınlar adına, bazıları taziyeye durdu her kayan yıldızdan sonra.
Sızlarım bugün Arif Nihat ASYA gibi uzaklardan, yanarım, sorgularım.
“Şu yakın suların
Kolu neden bükülmez
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin
Benden doğar, bana dökülmez?”
Benden doğan neden bana dökülmez? Biz etle tırnak, can ve ten, un ve ekmeğiz. Olmazsa olmazız yani. Doğu’daki bir kalp çarpıntısı Ege’deki kalp çarpıntısıdır. Karadeniz’deki bir dalga Akdeniz’deki bir dalgadır. Batı’daki bir hüzün Doğu’daki bir hüzündür. Güneydoğu’daki bir sarsıntı Marmara’daki bir sarsıntıdır. Hani der ya söz ehlinin biri “Senin parmağına diken batsa benim parmağım kanar.” Öyledir memleketimiz.
Ne yana baksam bir alınganlık? Neye yana dönsem bir isyan? Bu öfke neyin nesi kimin fesi? Anadolu’msun unutma! Nuh’ un otağı, İbrahim’in yatağı, Karacaoğlan’ın ocağı, Yunus’un sevgisi, Mevlana’nın gönlü, Hoca Nasrettin’in nüktesi, Hacı Bektaş’ın canı, Tapduk Emre’nin dergâhı…
Kar kokar insanın; tezek, bal, yâr ve toprak… Rüzgâr bakışlıdır kızların, havalıdır kartal gibi delikanlıların. Ninelerin mani söyler, dedelerin harplerini anlatır eskinin, askerliğini bitmeyen. Bire bin veren tohum gibidir Anadolu; ne ekersen milyon katı, milyar katı.
Sevgiden yana nasiplenmiştir, gönülden yana mayalanmıştır, aşktan yana demlenmiştir. De hele kara gözlüm, neler var derununda? De hele yağız tenlim, neler var çıkınında? Daha neler var heybende insandan yana?
“Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadolu’yum ben,
Tanıyor musun?”