Ağır adımlarla geçen zamanın kendisiyle beraber alıp götürdüğü güzel günleri hatırladıkça sıkışır yorgun yüreğim. Geçip giden zamana üzülmem aslında, yaşandı ve bitti, geride bıraktıklarımdır canımı acıtan. Çocukluğum, gençliğim, sevdiklerim, umutlarım, gülüşlerim, gözyaşlarım, oyunlarım, dostluklarım…
Özlem duydukça dönüp bakarım ardımda bıraktıklarımın ayak izlerine, bazen çamurlu bir yolda görürüm, bazen donmuş bir karlı yol üzerinde ürkek izler, bazen de sokakları kirletilmemiş caddelerde…
Gökyüzüne bakıyorum başımı hafifçe kaldırarak, sonra çeşitli anlamlar yüklediğimiz bembeyaz, pamuksu bulutları hatırlıyorum, okul yollarında sırılsıklam olduğumuz yağmurları, apaçık bir gökyüzünde sahip olmaya çalıştığımız en parlak yıldızı, geceyi aydınlatan ay’ın şavkına tutunuyorum… Küçük duvarların kocaman gölgesinde gizlendiğimiz saklambaçları hatırlıyorum… Önüm, arkam, sağım, solum sobe… Meğerse oralara gizlenenler ileride kapımı çalacak anılarmış…
Dalından kopardığımız meyvelerin tarif edilemez tadı vardı mesela, hiçbir vakit tek başımıza yemezdik onları. Paylaşmak, en büyük erdemimizdi. Dağ bayır demeden oynadığımız oyunları, birinin yaptığı yaramazlığı kimseye söylemeyip suçu paylaştığımızı hatırlıyorum… Sevinçlerimiz de üzüntülerimiz de hep beraberdi. Birimiz ağlarken diğerimiz gülmezdi, gülemezdi.
Aynı yorganın altında uykuya dalardık uzun kış gecelerinde, hiç sormadım ama bazen aynı rüyayı dahi gördüğümüzü biliyorum. Elektrikler kesilirdi ya uzun kış gecelerinde işte o vakit dinlediğimiz aynı masalla girerdik uykunun koynuna. Mumun titrek ışığında parmaklarımızın gölgeleriyle resimler çizerdik duvarlara. Aynı tabaktan yemek yer, aynı bardaktan içerdik suyumuzu. Aynı şarkıların tadı vardı dilimizde. Renkli ekranlarımız yoktu, ve olmasını da istemezdik, hayallerimiz, oyunlarımız, heveslerimiz vardı.
Bazen küserdik sebebini dahi bilmeden çocukça bir tavırla ama küsmelerimiz bile iki nefes arasıydı. Küçük bir gülüş silip atardı aramızdaki küslüğün pis kokusunu. Sözcüklere ihtiyaç duymadan çok şey anlatırdı bakışlarımız. Aynı kavgaya tutuşurduk, kanayan yaralamız birdi, gözyaşlarımızın tadı da. Aynı yaranın kabuk bağlamasını beklerdik kanamasına izin vermeden.
Canımız hiç sıkılmazdı mesela. Gün doğunca başlayan oyunlarımız, akşam ezanı okununcaya kadar devam ederdi. Hatta zamansızlıktan dert yanardık. Yarım kalan oyunlarımız olurdu ama biz olduğu kadarıyla da mutlu olurduk. Eksik olana takılmazdık var olanın tadını çıkarırdık…
Aynı sobanın etrafında ısıtırdık soğuktan donmuş ellerimizi ve ayaklarımızı. Geceleri bedenlerimiz yorulsa da sözcüklerimiz ve kahkahalarımız yorulmazdı.
Geçmişin aslında pek de geçmediğini anladım zamanla. Biz onun önünde yürüyoruz yalnızca. Her şey geride kalıyor acısıyla tatlısıyla ancak önemli olan sırtımızdaki heybemize neler doldurduğumuzdur. Güzel şeylerin geçmişte kalmasına üzülmemeliyiz, onlar yaşandı diye sevinmeliyiz.
Şair demiş ya “Hüzüz ki en çok yakışandır bize.” İşte mazinin sayfalarındaki anıları hatırlayıp okudukça bize en çok yakışan hüzün gelir oturur yanı başımıza!..
“Geçmişi unutma ancak geleceği de ihmal etme!”