Nisan yağmurları kısa süren aşk hikayelerini anlatır ya bu sefer kısa süren bir aşkı değil uzun süren bir ayrılığı anlattı bizlere. Nisan yağmurlarıyla değerli büyüğümüz ve ‘Şiire Yön Veren Akademisyen Şairi’miz son nefesine kadar edebiyatla şiirle hislerini dile getirdi. Kelimelerin kifayetsiz, mürekkebin bitmiş ve kalemin kırılmış anını yaşadık içimizde.

10 Nisan da ‘Yalnızlık’ diye başlar ‘Ağaç’ şiirinde olduğu gibi. Toprağa kök salma vakti gelmiştir artık. ‘Vakit tamam’ der gün gün ilerleyen zamanda. İnsan hisseder ya…

11 Nisan da

Hadi Veysel derim geç bunları bir kalem

Hem dağ senin neyine

Çık çıkabilirsen iki basamak dünyayı

Ne bir buluta taş at

Ne çölün kumunda

Leyla gelsin aklına’

14 Nisan da ‘İnsanın içini kaplayan derin bir boşluk hissi...

16 Nisan da ‘Kusurlu olan hayat değil bizim bakışımızdır.’

22 Nisan 2022 tarihinde hikâyeci, şair, eleştirmen, akademisyen ve yazar DOÇ. DR. HAYRETTİN ORHANOĞLU geçirdiği kalp krizi sonucu 57 yaşında hayata veda etti. Merhuma Allah’tan rahmet, ailesine, dostlarına ve okurlarına başsağlığı diliyoruz.

HAYRETTİN ORHANOĞLU KİMDİR?

13 Şubat 1965 yılında Antalya’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Erzincan’da Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Atatürk Üniversitesi’nde Yüksek Lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı.  1986 yılından itibaren yurt içi ve dışında çıkan çeşitli dergilerde şiir, öykü, deneme ve makaleleri yayımlandı. 1991-1997 yılları arasında Erzincan’da özel bir tiyatro grubu kurarak yönetmenlik görevini üstlendi. 1998-1999 yıllarında Taşra Edebiyat adlı dergiyi çıkardı. Bilinç ve söylem analizi alanında yoğunlaştı. Hikâyeleri ile ödüller aldı. Giresun Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Öğretim üyesi ve Giresun Üniversitesi Tirebolu İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı görevindeydi.

Kitaplar:

Hâfız İle Kâtip (Anlatı)

Düş Gören Defter (Hikâye)

Sessizliğin Karanlığında Kemeraltı (Deneme)

Şehir Mektupları Ahmet Rasim (Derleme)

Mevlana’dan Hikâyeler (Derleme)

Adımı Aşk Verdi (Anlatı)

Türk Romanında Değişme Ritüelleri (İnceleme)

Yolculuk Risalesi (Şiir)

Aşkın Aynaları-Burçlar Kitabı (Anlatı)

Aşkın Yolcuları (İnceleme)

Dullar Sokağı (Roman)

AĞAÇ

                        bulanık gözleri için

                        iyi bir hayat ısmarlayan

                        ölüme

acıyla yaftalanmış

ölü ağaç

bir derviş tasviri de sen ekle

bir dağ yankısı inceliğinde

geniş ırmakları çağıran

heveslerine

yazgısı uzak iklimlere

kanatlanan

kum tanelerine

tarih düşesin diye

beni de al yanına

yalnız

ben kalmış olmayayım

geride

yüzümü

gövdenle eş tutsan da

güneşe karşı

utangaç gölgende

beni de ekle tarihine

yalnız ölelim

                                    28 Mayıs 1999 / Erzincan

BABİL KUYUSU

I-

( YANKI )

" ben buralı değildim

  ben ölümlü değildim

  göğe doğru çıkarken

  basamaklardan..."

babil

geri çağır kelimeleri

kimsenin gecesine benzemiyor sesin

korkutuyor

karanlığını bekleyen cinler

bizi dilsiz bırakan diller

bir kuyudan bakınca

uykulu yürekler

" ben buralı değildim

 ben ölümlü değildim

 göğe doğru çıkarken..."

hep uzakları çizdiğin yüzünde

kandan ve ateşten

yağmurları hatırlatan bereket

mesafeleri daraltan isyan

kuşku yok

bir daha

geri döndürmeyecek

" ben buralı değildim

ben ölümlü değildim..."

seninle yola çıktı ihanet

seninle cinnet

ve belki

zamanın kuşkulu parmakları

kederden heykeller yontarken

dokununca kırılan aynalardan

dinlediysen

hiç kimsenin hikayesini

" ben buralı değildim..."

ben artık

hem babilsem

hem bekleyensem karanlığını

uzakları seçtim yine kendimde

her kuyuya

bir babil daha pay ederken

tuğlalarla örülü gövdemle

göğe ulanan kapılarında

yükselirken başım

yitip gittiysem

hem ben bile değilsem

babil

kelimeleri bekleme...

II-

( KARŞILIK )

işte bu ruhumdur derim sana

bu ağırlaşan kuşkunun çölünde

yalnız benim adım lanetlidir

yeniden yükselince yıkıldığım kuyularda

sonsuzluğu unutan bütün ölümlüler gibi

her karanlıkla yeniden örülen şarkılar gibi

anlaşılmaz işaretler bırakan şehir

işte bu ruhumdur derim sana

ey korkularını yazgı bilen yolcu

saçları uzayınca zamana hükmeden

çölü ve rüzgarı şahit tut adımlarına

ne kadar kıyısına çekilirse hayat

sen de o kadar uzak dur gölgemden

kapını çalacaksa tutkularım

ve ruhum örtecekse yazgını

uzak dur yine de

bu ruhumdur derim sana

bu ruhum...

                                               Aralık l999

adımı bildim ilkin 

âdem olmadan evvel

bendim

ağaca varıldığında ağaç

gölün uykusunda dağılan rüzgâr

bendim uzaklık,

bilmeden her sırra uzak

ateşin külde unuttuğu karar

yoklukta talan

gözlerim yoktu

sonsuzdu ufku aşan kanat sesleri

kırık bir aynada kanatlandıydı simurg

her şeyi ben olmakla başlatan ilk adım

her şeyi herkes olmakla unutturan

yahut bir muştuyu çağıran bulut

korkularım yatışır sandım

bu yol kendime gider, dedim, aldandım

bölündüm yollara bakmayı umarak

saflıktan yana uç uca eklenmiş boşlukta

uzaktım, uzaktaydım

her adım, vardıkça gerideydi

ben, sende olduğum yerde kaldım

meğer taştan daha katıymış

sözlerin tortusu tuhaflık

yükü omuzları kesen riyâ

ben değilmişim

bu koyakta da

kelimelermiş içimden geçen rüya

böyle apansız durduğunda dünya

                                                        8 Haziran 2004 / Trabzon

kalemle yoğrulmalı derim soluksuz geçen her güne

kader bu demeliyim eninde sonunda yazılı olana

kuytu ve bir o kadar da sancısız beklemeliyim yol ayrımını

kısa yahut uzun adımlar atmalı hayata en çok

kifayetsiz harflerle ortasından başlamalıyım

kimin umurunda adımlar ha biraz beride ha ötede

kalacaksam orada yahut burada acısız bir bekleyişle

korkuların aynasından bakmalıyım

kefaretini ödemeliyim dünyaya ruhumun

köprüyse nihayetinde bu dünya hatırasız yahut dünü kayıp

kalanlar neyse geride hatırası olmadan yaşamalıyım

kalıbı düzgün kesilmeli teyellenecek kumaşın

kadim bir bilgelikle örülmeli

kervan ardı sıra gelmeli isimler ve sonra insan

kuyulardan daha derinse bu dipsiz dünya

kayda değer bir acısı olmalı uçurumun dibinde

koyu bir iniltiyle de olsa Eyyüb olmalıyım

kanayan yaradan sızan acıya sığınmalıyım

kapısı kapanmalı hiç yaşanmamış günlerin

kahkahalar uzağımda olmalı gülümsemeliyim en çok

kahramanlıksa merhamete yakın olmakla övünmeliyim

kollarımda derman kalmadığında acıyı taşımaya

kalbimin eczası olan aşkı sürmeliyim meydana

kalabalıkmış korkuymuş gölgeler ardımsıra

kala kala bir ben kalmalıyım kendime yabancı

kesik kesik soluyan kelimelerden habersiz yolcu

katılığıyla unuttuğum isimler

kemale ermeli belki yolun sonunda

kıyametten ne farkı var şimdi yürüyor olsam da

kadeh var bu kalpte ama şarap yok

kurana sormalı içimdeki saati ne tuhaf aşk da yok

kader belli ki keder… kelamsız bu bakış

kaleme sormalı ah kaleme bu nasıl nakış

                                             Hayrettin Orhanoğlu

MUTSUZLUK KOMEDYASI

(Bir terzi, karanlıktan sınırları belirsiz bir sahnenin ortasında yerde iğne aramaktadır. Işık yalnızca yere odaklanmaktadır. Adamın yüzü belirsizdir.)

Ne karanlık bir zamansızlık bu

Bin yokluğun gecesinden daha karanlık

Sanki bir arada yokluğun bütün hecesi

Ne ağır bir akış bu… Bak ilerliyor ırmak,

Sanki iyi ve kötü aynı anda doğuyor

Susamak için kapısını çalmış gibi çölün

Ah bu aldanış!.. Bu komedya

Bu mutsuzluk komedyası

Bütün yasaların

Küllerinden doğmak için bekleyen kaknüs

Kim evet kimde ölecek geceye bakıp da

Aşkın sabırsızı yalnızca bensem eğer

Ah bu sızlanış! Terzin nerede kaldı?

Son provası bu mu? Ah yok mu aldanış?

Çağır da dikilsin kımıldanış

Ama yok kalsın kesilmeden giyeyim sessizliğin hükmünü

Ustasıyım zamanın der bana

Ruhuma uzaktan bakan kim varsa

Çırağı sayacağım bilmiş olsun ki

Ah bilmez miyim derin bir yaradır yarı yolda kalış…

Kararlılığın makası bile kesmiyorsa

Neye bakarım ben umutsuzluktan yana

Önümde ve arkamda dururken sonsuzluk

Peşinden sürükler beni geçmiş

Yahut geride kaldım diye hayıflanır yarın

Ateşi çağıran ateşmiş meğer

Sonsuzluğa bakan gözü kanlı yaş

Ah kanatlarım tutuşsa, yansa gözlerim de

Bir adım atacak halim yok belki de

İşte bütün iğneler saçıldı

Işıltılı gözlerle bekliyor belli ki yükselecek

Bunlar olsa olsa yıldızlardır dersin

İşte bunlar da ırmak…

Ateş denizi dersin kimbilir yalnızlığın tacı

Kıyısında suskunluklar

Niçin sustun bu kadar mı?

Kahrın Kahhar oluşunla yatışmaz

Bağışlayıcılığın rahim oluşunla…

Suçum yok derim… Şahit olmaktan başka

Başlangıçların kumaşı kesildiğinde

Adlarını saydım yükselirken her biri

Her an yeniden yazılırken sayfalara

Sözüm olmaz elbet ben onlara uzak değilken

Sözüme de gerek yok elbette

Her biri bir iğne uzaklığında dururken

Hele hakkım hiç yoktur seni yüceltmeye

Yüceliğine hangi söz yetecek ki varmaya

Alt tarafı kötülüğün terzisiyim şunun şurasında

Söküklerini dikmekle avunurum kendimce

Yalnızlık kumaşını zamanın

Kendimi binlerce kez aldatıp da…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol