Temmuz döneminde İstanbul’a tayin olan biri olarak sıcaktan sefiller gibi yaşam sürdükten sonra benim mevsimim geldi…

Yani kış, yani kar, yani trafik…

İzmir’den Kanada’ya yerleşen türkün hikâyesini bilmeyeniniz yoktur.

Bu sürecin tam tersini ben yaşadım.

Sıcaklar ilk günlerde iyi gelse de nem denen ve insanın tüm ayarlarını bozan icat bana göre değildi.

Tam benim mevsimim geldi dedim ki; Kent Konseyi seçimlerine bile katılamayacak kadar hava şartları ulaşımı imkânsız hale getirdi.

Hayatımda ilk defa kar yüzünden işyerimde tatil ilan edildi.

Yerdeki kar ise; 5 cm var, yoktu.

Ben bu satırları yazarken sanırım İstanbul’a nazar değdi ve yoğun kar yağdı, insanlar saatlerce yollarda kaldı, hem de yıldırımlar bize sesleniyordu.

Ana arteller kapandı işyerindeki arkadaşlarım evlerine 22.00 civarında ulaştı.

Burada kar yağınca trafik oluyor, yağmur yağınca trafik oluyor, maç olunca trafik oluyor. İstanbul’un trafiğe esir olması için sihirli sözcüklerimiz bunlar.

Benim gibi her gün kıtalar arası yolculuk yapıyorsanız trafik sizin için en önemli yaşamsal sorun veya sebep.

n dakikada işinden evine gelen benim için günlük üç saatim yollarda olunca ki bir süre sonra bu normal gelmeye başlayınca sanki burada zamanın daha farklı aktığını hissediyorsunuz.

Aslında bir nevi benim yolculuğum ruhumun greve çıkması ve mücbir sebeplerin doğmasıydı.

Gurbet kuşu olan ben, yavaş yavaş yerel gazeteleri okumaya başladım.

Neler oluyor diye okuduğumda aaaa geçen sene de aynı şeyler söyleniyordu diyorum.

Sanki zaman durmuş gibi hissediyorum. En çok da sessizlik sizi esir alıyor.

Birkaç yazımda Slow city kavramını dile getirmiştim.

Ama Birleşmiş Milletlerden Slow City ünvanını almaya gerek kalmadan doğal ortamında slow city olmuş Elazığ.

Günlük üç saatlik yolculuk bana ne mi kattı?

Mesela artık metrodan indiğimde kaç dakika sonra marmarayın geldiğini, hangi kapıda beklersem aktarma yapmamın kolay olduğunu hesaplayacak kadar devasa bir matematik zekâsına kavuştum.

Beş ciltlik Kutsal İsyan kitabını bitirdim.

O kitapların her cildi arasında birer kitap daha okudum.

Okumaya da devam ediyorum.

Mesela ben yetkili olsam kitapta yazan kısımlardan; çocukların o günleri görsel dünyalarına kazınması için hiçbir şey yapamasam bilgisayar oyunu formatı haline getirebilirdim.

Zira koronayla birlikte dijitalleşme kendi dünyamızın bir parçası haline geldi.

ektrikler kesilse insanlar iletişime geçemeyecek.

Cumhuriyetimizin 100. Yılına da armağan ederdim.

“Masallar çocukları uyutmak için, büyükleri uyandırmak için anlatılır.” Der Judith Liberman belki de burada masalcı farklıdır.

Bu topraklarda daha kolay uyanmanın nedeni masalcının farklı olmasıdır.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol