Mevlid, Arapça “د ل و” kökünden ism-i zamân yahut ism-i mekân işlevinde türemiş bir kelime olup; doğum, doğum vakti,  yeri gibi anlamlara sahiptir. Halk arasında biraz değişikliğe uğrayarak “mevlüt” şeklinde de telaffuz edilen mevlid, Hz. Muhammed’in doğum zamanına işaret eder. Aynı kelime kökünden türeyen “milad” da Hz. İsa’nın doğum zamanı için kullanılır.

Edebî bir terim olan mevlid; Hz. Peygamber’in doğumu, nübüvveti, mucizeleri, miracı, rıhleti gibi hayatından önemli zaman dilimlerini anlatan, ekseriyetle mesnevi nazım formuyla, manzum ve müstakil şekilde yazılan bir türdür. Türk-İslâm edebiyatında ilk olarak “siyer” türü içinde ortaya çıkmış daha sonra manası ve muhtevası daralarak Hz. Peygamber’in doğumu, mucizeleri, miracı gibi hayatından bazı önemli kesintileri ele alan müstakil bir tür haline gelmiştir.

Edebiyat tarihimizde Hz. Peygamber hakkında teşekkül etmiş en önemli edebî tür mevliddir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla müellifi belli ve belirsiz 150 civarında mevlid metninin bulunması, mevlid yazmanın önemli bir nazire geleneğine dönüştüğünü göstermektedir.Bilinen ilk mevlid örneğinin, 14. asırdan Ahmedî adlı divan şairinin İskender-nâme adlı mesnevisindeki bir bölüm olduğu kabul edilir.

Bugün nasıl ki bir nazım şeklinin adı olan “mesnevi” denildiği zaman Mevlana’nın eseri; yine bir nazım şekli olan terkib-i bend denilince Ziya Paşa akla geliyorsa “mevlid” denilince de Süleyman Çelebi’nin ortalama 800 beyit dolayındaki (nüshalarına göre beyit sayısı 200 ile 1200 arasında değişmektedir) 1409-10 yılında yazıldığı kabul edilen Vesîletü‘n-Necât  (Kurtuluş Vesilesi) adlı mesnevisi akla gelir.

16. asır tezkire yazarı Latifi, bu mevlidin yazılış hikayesinden bahsetmektedir. Buna göre; Süleyman Çelebi, bir gün camide imamlık yaparken Bakara suresinin 285. ayetini açıklar. Cemaat arasında bulunan bir vaiz, “peygamberler arasında bir fark” yoktur diyerek, Hz. Muhammed’in, diğer tüm peygamberlerden üstün olmadığını iddia eder. Vaizin bu sözleri, orada büyük bir tartışma çıkarır. Süleyman Çelebi de büyük ve samimi bir Allah ve Peygamber aşkıyla bu eşsiz eserini kaleme alır. Bir beyitte de o vaizin “ahmak” olduğunu bildirir.

Bütün mevlid türündeki eserler, Süleyman Çelebi tesiriyle, ondan daha güzelini yazabilme, onu geçme anlayışıyla kaleme alınmıştır. Lakin onun mevlidi kadar mükemmel ve samimi bir eser, hiç bir şaire nasip olmamıştır. Şairler, Süleyman Çelebi’ye duydukları saygıdan ötürü onun kullandığı dil özellikleriyle mevlidlerini yazmıştır. Örneğin 19. asırda yazılmış mevlidlerde bile 14. asrın dil özelliklerini görebilmek mümkündür. 

Bu mevlidin Türk kültür ve geleneğine, hayatına  etkisi o kadar yoğun olmuştur ki tabiri caizse sanki biraz da Kuran’ın önüne geçmiştir. “Mevlüt okutmak” diye bir tabiri, çoğu insan duymuştur. Günümüzde doğum, sünnet, düğün, asker uğurlama, cenaze gibi hayatın en önemli geçiş dönemlerindeki törenlerde, bazen Kuran okutmak yerine ekseriyetle de Kuran tilavetinden sonra bu mevlid özel bir ezgiyle, makamla okutulmaktadır.  

Mevlide, Anadolu halkı tarafından büyük bir kudsîyet atfdilmekte, kandil gecelerinde mevlid okutulmaktadır. Kuran, âyet, dua okunurken nasıl saygıyla dinleniliyorsa mevlid metnindeki beyitler de aynı saygı ve hürmetle dinlenilmektedir. Mevlid okuyan özel mevlidhanlar vardır. Düğün vs. işler mevlid eşliğinde yapılırsa daha hayırlı olacağına inanılmaktadır. Mevlid okutulan bir ortamda gülmek vb. davranışlar günah ve ayıp sayılır.       

Bebeğin doğumunun kırkıncı gününde bir vefatın kırkıncı gününde “kırk mevlütü” okutulur. Bunlar artık Batıl inanış hâline gelmiştir. İslam’da böyle birşeyin olmadığını âlimler bildirmektedir. Mevlid sözleri birer âyet değildir. Kanaatimce, dili biraz eski olduğu için insanlar tam olarak anlayamamaktır. Burada esas saygı ve hürmet, metnin kendisine değil ne anlattığına olmalıdır... 

Kısa adı UNESCO olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü, geçen yıl 2022 senesini, “Süleyman Çelebi’nin Vefatının 600. Yılı” ilan etmişti. Elbette bu karar akademik açıdan tartışmaya açıktır. Zira Süleyman Çelebi’nin kim olduğu, hayatı, vefat tarihi kesin şekilde bilinmemektedir. Onun 1422 yılında vefat ettiği yalnızca bir tahmindir. Olsun, ne zaman vefat ettiği çok da önemli değildir zaten... Mühim olan, onun bu vesile ile UNESCO tarafından kutlama ve anma yıl dönümleri arasına alınması ve dikkatin çekilmesidir.          

Geçtiğimiz hafta, 3 Haziran 2022’de Resmî Gazete’de Cumhurbaşkanlığı tarafından bir genelge yayımlanarak Süleyman Çelebi ile ilgili yıl boyunca yapılacak faaliyet ve etkinliklerin çerçevesi belirlendi.

Bu hususta en çok görev akademik camiaya düşmektedir. Öncelikle üniversiteler ve diğer kamu kuruluşları Süleyman Çelebi ve Mevlid hakkında sempozyumlar, çalıştaylar, paneller, söyleşiler  düzenlemelidir. Bütün bunlar, belirli bir akademik kitleye değil de halka, bilhassa genç nesile hitap edebilmelidir. Dergiler bu hususta özel sayılar neşretmeli, nitelikli yazılara yer vermelidir. Konuyu bilmeyenlere sadece yayın için yayın ısmarlatılmaz umarım. Zira geçen sene Yunus Emre Yılı idi ve pek çok ısmarlama yazıda ne vahim şeyler okuduk.      

Konudan oldukça uzak, Yunus’u hiç anlayamamış bir akademisyen, Yunus Emre’yi  güneşi ve ayı kutsayan, güneşi Tanrı gibi gören bir şahsa dönüştürmüştü... Umarım aynı şeyler Mevlid metni için yapılmaz. Böyle dini-tasavvufî muhtevalı eserler incelenirken  çok dikkat edilmelidir. Zira dili, sade ve anlaşılır görünse de ne dedildiğini idrak etmekte bazen kitabî bilgiler yetmeyebilir...

Süleyman Çelebi senesi, Türk-İslam coğrafyasına hayırlar getirsin inşallah...    

Ger dilersiz bulasız oddan necât
Aşk ile derd ile eydün es-salât   (Süleyman Çelebi)      


(Eğer ateşten kurtulmak isterseniz, aşk ve dert ile salavat getirin)

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol