Doğal afetler, akışta olan hayatlara çarptığında yaşamsal anlamda hepimizin bir şeye
tutunması gerekir. 

Bu zor anlarda daha iyi yol alabilmemiz için bize araçlar vermeye
çalışan umuda dayalı yaşam stilleri oluşturmak gerekiyor.

Umut akla geri döndüğünde,düşünceler daha esnek ve yaşamı yeniden üretmede hedef haline gelir. 
Nörolog ve filozof Viktor E. Frankl, Nazi kampında kalmak zorunda bırakıldığı süreçte
(Auschwitz Toplama Kampı) hayatın nihayetinde önümüze çıkan her soruna doğru
cevapları bulma sorumluluğunu almaktan başka bir şey olmadığını Logo Terapi
Modeli’yle ortaya koymaya çalışmıştır.

Logo Terapi, “anlam” yoluyla yaşamda varoluşun nedenini bulmaya odaklıdır.

Yaşamın anlamını bulmaya odaklı Logo Terapi
Modeli’nde hepimizin de bildiği gibi kaderin insanlara ya da her insana sunduğu
zorluklar karşısında en iyi stratejinin ne olacağını kestirmek yine de hiç kolay değildir.
Umut terapisi, kendimizi daha olumlu ve güçlü görmeyi mümkün kılar. 

Doğal afetler ve
deprem gibi kriz anlarında veya depremden sonraki süreçte umuda dair kişisel düellolar için
kullanışlıdır.
Deprem bölgesine ve ülkenin her ilinde bir aile psikoloğu olması zorunluluğunu dile
getirmeye çalışıyorum.

Bu yazımda yine bu konuyu dile getireceğim.
Ruhsal Yaraları Yerinde Sarmak
Youtube’de, Dücane Cündioğlu’nun “Ruhsal Yaralarımızı Nasıl Sarabiliriz?” başlıklı yayınını
dinlerken deprem bölgesinde psikologlardan ziyade etkili olacak şeyin bir ağıt, bir şiir
olabileceğine dair görüşlerini paylaştı.

Sokrates’in at sineği gibi bir düşünce sundu.
Cündioğlu: “Doğal bir sarsıntı oldu.

Şimdi kaçınılmaz olarak toplumsal sarsıntıya dönüşecek.


Kaçınılmaz olarak.

Arkasından siyasal bir deprem var.

Siyasal sarsıntı bekliyorum.” Deprem
bölgesindeki acıların bile seçim sathına giren ülkemizde politize edilerek eleştirel düşünceyi
bastırdığını dile getirmeye çalıştı.

Deprem bölgesinde şayet bir ozan olmuş olsa, eline sazını alarak çadır bölgesinde “Anadolu türküleri çığırırdı” ifadesiyle depremzedenin duygusal
anlamda sağaltılması gerekliliğini,

Güneydoğudaki insanların sağaltımının kültürel kavrayışlarıyla yapılması gerektiğini dile getiriyor.
Kültürü kavramak, insanı kavramakla eşdeğer midir?

Psikoloji bilimin Batılı kültürün anlayışıyla inşa ve kültürel yapıyla uyumlu biçimde
yapılandırıldığını kabul etmek gerektiğini dile getirmek gerekiyordu.

Cündioğlu: Fiziksel zararların, zaman alsa bile telafi edilebileceğini ama ruhsal yaraların telafi edilmesi
noktasında “ruhlarımız daha büyük zarar” gördüğünü “kişi ruhsal açıdan güçlü olduğu
takdirde tene gelen zararla baş edilebilir.

Psikolojik açıdan insan zayıf olduğunda en ufak bir
ruhsal sarsıntıda yeniden ruhsal yıkıma uğraması kaçınılmaz olacaktır.

Psikoloji biliminde alınan eğitimin “Batılı eğitim, modern eğitim olduğu için burjuvaziye mensup olanlar için işe
yarayabilecek tekniklere sahip” olunulduğunu, bunun karşısında ise Güneydoğu Anadolu’da
psikologların ellerinden bir şey gel(e)meyeceğini, bunun nedenini, alınan eğitimin asıl ihtiyacı
karşılamayacağı, bölgede “daha ilkel, daha yalın yetenekleri konuşturmak” gerektiğini ve bu
yeteneğin en başında da “ağıt” geldiğini dile getiriyor.

Depreme dair ağıt veya şiirler yazıldığında bölgedeki depremzedelerin hayata tutunmasına neden olacağını savunmakta…


Umut mu? Ağıt mı?


Victor Frankl’ın Nazi kampında kaldığı süreç içinde, psikoloji biliminde çığır açan terapi
modelinde acının ve şiddetin tam ortasında her şeye karşı yaşam direnişinde UMUT
aşılamanın önemini hem kültürel anlamda içinden çıktığı toplumu anlayarak hem de içinde
barındıkları Nazi dönemi Alman anlayışının şiddet direncini kırmada umudun tek yol
olduğunu keşfettiğini unutmadan… Güneydoğu’nun kültürel anlayışı, evet, “acıdan” ve
“ağıt”tan beslenen türkülerle varoluş göstererek yükseldi. Lakin, deprem bölgesindeki
insanların psikolojik açıdan acıdan beslenmelerinden ziyade umutla beslenmeleri yeniden
oradaki yerleşik kültürle varoluşlarının korunması gerekir. Deprem bölgesinde, Millet
İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seslenişiyle “her çadıra bir
psikolog” ihtiyacı, ağıt yakmaktan daha acil temel psikolojik ihtiyaçtır. “İnsanın Anlam
Arayışı” eserinde Victor E. Frankl şöyle bir tespitte bulunur: “Tüm destekleyici argümanları
reddeden insanın tipik cevabı şöyledir: ‘Artık hayattan bekleyecek bir şeyim kalmadı.’ İnsan
buna nasıl cevap verebilir? Gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şey, hayata karşı tutumumuzun
değişmesidir. Kendimizin de bunu öğrenmesi ve dahası umutsuz insanlara hayattan ne
beklediğimizin bir önemi olmadığını, önemli olanın hayatın bizden ne beklediği olduğunu
öğretmemiz gerekir.” Depremzedelere umut aşılamak, kültürel ağıt aşılamaktan daha önemli
diyebilirim. Deprem bölgesinde her çadırın içinde bölgenin kültürel değerlerini kavramış
psikologlar, tabii ki bu da benim UMUDUM; psikoloji bilimine yerel kültürel kodlarla terapi
modelleri yaratabilirler.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol