Kûfeliler “Gel” dedi, mektup yazıp elçi gönderdiler. “İmamımız, önderimiz yok.” dediler. İmza attılar davetiyelere ve vakti geldiğinde sattılar üç kuruşa peygamber torununu. Bu yüzden o topraklar çoraktır, çöldür, kuraktır ve ölümdür hâlâ bugün. Huzur yoktur orada, barış yoktur, rahat yoktur kıyamete kadar. O da gitti, gitmese olmazdı. Babasını vuranlardı onlar, kardeşini yaralayanlardı. "Hüseyin’im gitme, Kûfe halkına güvenme, Osman gibi vururlar seni o nasipsiz insanlar!" diye uyarıldı lakin serde ve gönülde gitmek vardı. O da gitti, kader de bunu göreceği vardı. Resulullah (as) bir gün yanı üzerine uyudu, kaygılı ve üzüntülü olarak uyandı. Sonra uyudu ve üzüntülü olarak uyandı, yine uyudu, sonra uyandı. Avucunda kırmızı bir toprak bulunuyordu ve onu öpüyordu. “Nedir bu?” diye sordu zevcesi Hz Ümmü Seleme validemiz. “Cebrail, Hüseyin’in Irak toprağında öldürüleceğini bana haber verdi. Bu da oranın toprağıdır. Bu toprak kan haline gelince Hüseyin şehit edilecek.” dedi efendimiz. Hz. Ümmü Seleme validemiz o toprak parçasını sırça bir çanak içinde sakladı. Hazreti Hüseyin şehit edildiği gün toprağın kan haline geldiği görüldü. Hüseyin’imi katlettiler Kerbela çöllerinde. Suya hasret koydular. Bu yüzden su içerken bin kere düşünün. Soğuk suyu kana kana içerken onların susuzluğunu hatırlayın. 

Hicretin 61.yılı, muharremin onunda, cuma günü öğleden sonra Hazreti Hüseyin’i vurdular Kerbela’da. Hüseyin’im şehit edildi tasalı topraklarda, gamlı ellerde başı kesildi, vücudu atlara çiğnetildi. Tam 33 mızrak yarası vardı canında, 34 kılıç kesiği… Başını ayırdılar gövdesinden, mızraklara takıp gezidirler sokak sokak.

Kerbela kelimesinin aslı Kerb-ü bela’dır. Kerb, Arapçadır ve tasa, üzüntü, kaygı, bela, musibet, facia demektir. Bela kelimesi de Arapçadır ve yukarıdaki tanımlara uygundur. İkisinin yan yana gelmesiyle tasa üstüne tasa, bela üstüne bela, musibet üstüne musibet anlamı ortaya çıkmaktadır. Yani Kerbela katmerli felaket demektir ki öyledir. Irak toprakları kıyamete değin bela görecektir. O topraklar üzerinde huzur olmayacaktır. Su olmayacaktır. Şimdi o coğrafyaya dikkatle bakın bela üstüne bela yok da ne var Allah aşkına! Zalimler vardı: Yezit vardı,  İbn-i Ziyad vardı,  Ömer b. Sa’d vardı,  Kûfe eşrafı vardı. Ve onların nişangahında mazlumlar vardı: Hazreti Hüseyin, ailesi ve ashabı…

“Bunlar benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır.” derdi efendimiz torunları Hasan’la Hüseyin’e. O reyhanları tarumar etti zalimler, acımadılar asla! “Hasan’la Hüseyin cennetlik gençlerin iki seyididir.” derdi efendimiz. O cennetlik gençlere peygamber emanetidir diye hürmet göstermediler.

“İmam Hüseyin i vurdular / Kolunu kanadını kırdılar 7 Al kanlara boyadılar / Kerbela’da Kerbela’da" 57 yaşındaydı haddi aşmadı, dedesinin yaşını. Küfe leşkerleri leş kargalarına dönüştü. Şehit ediyorlardı peygamber torununu. “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim! Allah’ı seven Hüseyin’i sever. Hüseyin torunlardan bir torundur.” diye buyurdu Peygamber Efendimiz. Makam için vurdular efendimizin reyhan kokulusunu. Cennetlik seyidini paramparça ettiler dünya saltanatı için. Nasıl peygamber efendimizden şefaat isteyecekler ötede? Nasıl bakacaklar yüzüne?

Soyuldu öldürüldükten sonra, ayakkabısı, gömleği, kılıcı, yorganı alındı, çalındı. Yağmaladılar canını, malını. Cesedi ayrıldı başından, tanınmasın diye atlara ezdirildi bedeni. Mezarı bilinmesin diye Fırat suyu aktırıldı. Yeter mi? Oysa mezarında gül kokusu vardı, mis kokusu. Ummanları çevirseler o kokuyu silemezlerdi, çare mi?

32 atlı 40 piyade, 5 bin düşmana karşı. Su vermediler; kadınlar, bebeler, yaşlılar, hastalar susuz kaldı. Su içmek için bırakmadılar Fırat’a kavuşsunlar. Araya girdiler. Bebeğini aldı kucağına Hüseyin’im kaldırdı havaya “Bari şuna verin!” dedi. Küçük Abdullah’ın boğazına ok attılar ve onu babasının kolları arasında şehit ettiler. Hazreti Hüseyin’imin fedaileri bir bir şehit oldu. Çadırları yakıldı, ok yağmuruna tutuldular, kılıçlandılar, mızraklandılar. Kerbela’ya katılanlar ve zulüm tarafında olanlardan hiçbiri rahat yaşayamadı ahirde.  Ya delirdiler ya hastalandılar.

“Şehitlerin seyidi Hamza, benim babamın amcası...” derdi Hüseyin’im zalimlere “Çift kanatlı şehit Cafer, benim amcam değil mi?” derdi Hüseyin’im düşmana! “Peygamber aleyhiselamın kızının oğlu değil miyim?” derdi Hüseyin’im kâfire! “Peygamberin amcasının oğlu ve ona ilk inanan Ali’nin oğlu değil miyim?” derdi Hüseyin’im Yezit’e! Bugün de makam için yezitleşenler yok mu? 

5 bin kişiye karşı 72 inanmış adam, bir tarafta Yezit diğer tarafta peygamber torunu Hz. Hüseyin. Her Yezit’e bir Hz. Hüseyin yeter de artar bile! Herkesin içinde bir Hz. Hüseyin acısı vardır mutlaka! Her yıl muharrem ayında, Hz. Hüseyin ve arkadaşları anısına üç günlük muharrem orucu tutulur ve onların yası tutulur. Dünya tarihinde en içten “Gitme!” denen insandır Hz. Hüseyin, peygamber torunudur. 

“Ben şimdi zulümle savaşmazsam, bundan sonra dünya da zulümle savaşan olmaz! diyerek atını Kerbela’ya sürmüştür. Hüseyin'im şehittir Kerbela'da. Kerbela çöldür şimdi, ölümdür, kahırdır sicim sicim. “Kim bir bardak soğuk su içerse beni hatırlasın.” Bir bardak su içerken onları düşünün. İsraf edince onlarca ton suyu… Hüseyin susuzluğu yakmıyorsa içimizi, dudaklarımızı kurutmuyorsa, kalbimizi çöle çevirmiyorsa Yezit ’ten farkımız ne ola? “Yezid'le su içmektense Hüseyin'le ölmek güzeldir.” diyorum ben de!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol