Mayıs ayını sevmeyen yoktur sanırım.

Doğa’nın en güzel hali, toprağın uyandığı, insanların dağda, kırda, bayırda çiçeklere, böceklere hayranlıkla baktığı, çocukların hafta sonları piknik alanlarında neşe dolu görüntülerinin olduğu ve cıvıl cıvıl işitilen sesleri, güllerin dallarında tomurcuk görüntüleri, kışın yükünün silkelendiği ay işte Mayıs ayı.

Mayıs ayını ben daha çok severim çünkü evimize bahar güneşini taşıyan canparem oğlum Serkan’ımın doğum günü yine Mayıs ayında.

Mevsimsel alerjime rağmen Mayıs ayını severim.

Yaşam sevinci sarar.

Ancak Mayıs ayı yakın kayıplarımızın adeta yaprak dökümünün olduğu ay oldu.

Şimdi duygularım karmaşık. 8 yıl önce Mayıs ayını çok seven, kayınvalidemi Mayıs ayı sonunda toprağa verdik.

Babam için bitki hayat demekti, çiçek can demekti, her açan çiçek ile konuşan, evinin önündeki çama gelen kuşları takip eden, onların dilini çözmeye çalışan tabiat aşığı, bütün canlıları ayrı ayrı seven, toprağın uyanmasıyla tekrar hayata bağlanan babamı da 15 Mayıs günü kayıp ettik. Mayıs ayı bana çok şey ifade eder.

Çocukluğumdan itibaren babam ile olan anılar film şeridi gibi geçer gözümün önünden.

Her geçen gün özlem  büyüdüğü gibi karakter olarak bize ne güzel miras bıraktığını anlıyorum.

İsmail Yıldırım’ın evlatları olmak mutluluğu, halen çevrede biz evlatları onunla anılmanın gururunu yaşıyoruz.

Küçüklüğümden beri babamın hayat öyküsünü dinlerken gözyaşlarıma hakim olamazdım.

Babamın hayatını anlattıklarını yazıya dökmüştüm Can alıcı yerleri yazdım kendisine okudukça baş hareketiyle onay verip o anı tekrar anlatıyordu. Yazıda belli yere geldim gülerek “artık bundan sonrasını sen daha iyi görüyor, izliyorsun artık yazarsın” dedi ve ben orada kalakaldım yazıya devam edemiyorum.

Ama bir gün tamamlayacağım.

O hayatını anlatırken bazı kesitlerde ağladım, bazı kesitlerde mutluluğunu paylaştım. Neden mi?

Babam Elazığ’a 25 km uzaklıkta Çalolar (Durupınar) köyünde doğar. O

kula başlama yaşı gelir, heveslenir ama dedem izin vermez.

Babam o yaşta dedemden habersiz yürüyerek yakın nahiye Hankendi’ye gider ilkokula kayıt yapmak ister.

Okul müdürü babamdan önce giden kişiye soy isim sorar.

Babam bu da ne demek diye düşünür ilk defa böyle bir soru ile karşılaşmış. Arkadaşı soy ismin Demir deyince babam da soy isimler Demir olarak düşünmüş Demir demiş.

Böylece ilkokula başlama hikayesi ile eğitimine başlıyor. İlkokul Hankendi de başlar, bir süre sonra dedemin kış aylarında Elazığ’da ikametiyle Elazığ Atatürk İlkokulunda biter.

Ortaokul ve Lise eğitimi için tekrar Elazığ’da yaşamak zorunda kalır.

Tabii dedem şiddetle karşı koyar.

Çünkü; o zamanki zihniyet tarlalar ekilsin biçilsin en değerli iş oydu.

Babam Elazığ’da tek odalı ev tutar.

Dedem halen direnir.

Dedemin ekonomik durumu iyi olduğu halde babamın geri dönmesi için perişan olmasına göz yummuş.

Anne yüreği yine de babaannem gizli gizli o zamanki şartlarda yiyecek göndermiş.

Babamın demirbaş yiyeceği pekmez ve buzlarını kırarak yediği yoğurt (halen çok severdi), yorgan altında gaz lambasından süzülen ışık ile ders çalışmasını, ellerini ısıtmasını anlattığında her defasında ağlamışımdır.

Elazığ Lisesi ve Devlet Olgunluk Diplomalarını alır.

Üniversite tahsili yapmak ister ancak toprak, arazi zengini olan babadan destek alamayacağını bildiği için içerisinde bir ukte kalarak Karayollarında şantiyelerde çalışmaya başlar.

Yine de kazandığı paranın büyük kısmını babasına göndererek onun sevdiği toprak üzerine toprak almasına katkıda bulunur.

Dedem babamın her zaman köye dönme beklentisi içerisinde olsa da babam artık dönmeyecektir.

26.12.1955 yılında hiç görmediği annem Hidayet Etem ile evlenir. Annemi ancak evlendiği gün görür. Resmi nikahlarında dahi buluşturmazlar.

Babam annemin ismini sorduğunda “Hidayet” denmiş babam “Nurhayat” anlamış ve çok beğenmiş. (İsmimin nerden geldiği belli)

Babam Karayollarında çalışıyor ben 5 yaşındayım ve kızkardeşim (Nesrin Yıldırım) vardı.

Babam Anakara Hukuk Fakültesine kayıt yapar, Ankara’ya taşınırız.

Hem çalışıyor hem de Hukuk Fakültesinde öğrenci.

O süreçte Karayolları Şube Şeflik sınavları açılır.

Arkadaşları sınava hazırlık kurslara katılırlar, babam öğrenciliğine devam eder.

Sınava girmeyi düşünmez iken arkadaşlarının israrı ile Şube şeflik sınavına girer ve kazanır.

Düşünceleri darmadağın olur bir yandan ideali olan Hukuk Fakültesi diğer yandan o zaman maddi ve manevi haz veren Karayolları Şube Şefliği.  

İki çocuk babasıydı mutlaka ekonomik yönünü de düşünecekti ki karar verir Karayolları Şube Şefi olarak Ankara’dan ayrılır.

Yıllar geçer bu görevde.

Mesai saat 08.00 de başladığı halde babam 07.15 da mesaidedir.

Devletin bir kanat kâğıdı eve gelmez, ben Atatürk Lisesinde öğrenciyim, evimiz Cumhuriyet İlkokul karşısında, kış mevsimi çok ağır geçerdi.

Babamı her sabah resmi araç gelir alırdı.

Atatürk Lisesi ile oldukça yakın olduğu halde beni 1 gün de olsa resmi araç ile bırakmadı.

Onun yerine taksi ile anlaştı kış süresince babam önde resmi araçta ben arkada taksi de aynı yöne giderdik.

Yıllar geçiyor biz 4 kız, 2 erkek kardeş olmuştuk.

Çok disiplinli oluşu, kişiliği ile onu tamamlayan annem bize rol model oldular.

Ders kontrollerimizi yaptığı gibi başarımızı sürekli az görürdü.

Neden notlarınız 10 olmasın derdi. Lisede öğrenciyken babamın matematik ve Divan Edebiyatı dersindeki yardımları bana oldukça fazlaydı.

Sonradan anladım ki babamda mantıksal zeka, sosyal zeka, sayısal zeka, görsel zeka, içsel zeka, ritme duyarlılık birbirleriyle yarışıyordu.

İşini çok seven babam her yıl takdirname alıyordu.

Genel Müdürlük ödül olarak istiyorsa tayinini Muğla Fethiye’ye yapmak istediklerinde duyurduklarında Elazığ sevdalısı babam “eğer bana ödül verilecek ise memleketime hizmet etmek bana ödüldür” diyerek teklifi kabul etmemişti. 

1978 yılında siyasetin çoğu dönem kurumlara kadar basit hesaplarla inmesinden sonra babamın tayini kendi isteği dışında çıkarılınca gönül bağı kurduğu Karayollarından ayrılarak Fırat Üniversitesine Kütüphane Müdürü olarak geçti.

1980 İhtilalinde siyasi partilere el çektirilince Valilik tarafından Belediye Başkanlık görevine getirildi.

Yaklaşık 2 yıl süreyle bu görevi yaptı ve kendi isteği ile üniversitedeki görevine döndü. Yüreği Karayollarında  kalmıştı.

Çok uzun süre geçmeden emekli oldu.

Öğrenime o kadar çok önem verirdi ki.

Ben liseden mezun olunca çalışan arkadaşlarıma heveslenmiş olacam ki bir kurumda çalışmak istediğimde çok net “kızım seni lise mezunu olarak çalıştırmam. üniversite tahsilini yap çalış” diyerek benim yol haritamı çizmiş oldu.

Hukuk Fakültesinden söz edilince heyecanlanırdı.

Allah’ım iki kardeşime Selim Yıldırım, Enis Yavuz Yıldırım) babamın başlayıp tamamlayamadığı Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olmayı kısmet etti ve babam bu mutluluğu yaşadı. Mühendislik tutkusu vardı.

Yine iki kız kardeşim (Pervin Yıldırım_ Nevin Yıldırım) babamın bu tutkusunu yerine getirdi.

Babam çocuklarının geleceğini sağlamakla birlikte bıraktığı en büyük mirası sağlam karaktere sahip, devletini seven, bayrağını seven, dürüst insanlar olmamızın temeliydi.

15 Mayıs 2020 günü babamın bu dünyaya vedasının 2. Yılı olacak.

Halen telefon rehberinde kaydın duruyor, bakıp bakıp aradığım günleri düşünüyorum.

O numarayı nasıl silerim.

Sanki bir gün telefon çalacak gibi.

Hastanede durumun kötü olamadan eve çıkacak beklentimiz olduğu halde yine o kitabi cümleni unutamam “Yolun sonuna geldim, yolculuk başladı, ölüm” bize onu da söyledin ve gittin.

Nur içerisinde yat babam Allah Rahmet Eylesin.

Dünyasını değiştiren bütün anne babalara Rahmet diliyorum.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol