Kardeşim Murat senelik izne ayrılmış ve soluğu Ergani'de ablamlarda almıştı. Ben de bir süre sonra bu ikiliye katıldım. Üç kardeş bir arada olmanın keyfini çıkarıyorduk.

Sohbet, muhabbet derken, köye gitmeye karar verdik.

Ben, ablam, eniştem ve kardeşim Murat ile birlikte yaz sıcağına aldırmadan yola koyulduk.

Eniştem birkaç hafta önce ağır bir kalp ameliyatı geçirmişti.

Biraz da ona moral olsun diye planlanmıştık bu geziyi.

O henüz iki yaşındayken ailece Ergani'ye yerleşmişti.

Yıllarca burada küçük bir berber dükkanıyla Erganililere hizmet etmişti.

Mesleğini ve dükkanını şimdilerde oğluna devredip kendi köşesine çekilse de hayattan kopmamıştı.

Bizim köye de en son Recep Dayımın cenazesinde yani bundan yaklaşık 18 yıl evvel gitmişti.

Bu sebeple bu yolculuğun her anlamda enişteme iyi geleceğini ve ona, yaşadığı o sıkıntılı hastane günlerini bir nebze de olsa, unutturacağını düşünüyorduk. Yolculuk gayet güzel ve keyifli geçiyordu...

Karataş civarında eniştem, yolun getirdiği sarsıntı ile fenalaştı.

Biraz mola verip soluklandık.

Eniştemin yüzü solmuş, midesi bulanmıştı.

Temiz hava onu biraz olsun rahatlatmıştı.

Çok az bir yolumuz kaldığı için, bir süre sonra yola devam ettik.

Alacakaya'yı geçip köye doğru yola koyulduk.

Mermer Ocağı, Gölalan, İnişani derken Şeyh Mir ve Taziye Evi görünmüştü.

Eniştem birkez daha fenalaşınca taziye evinin önünde acilen durdum.

Aracın kapıları açık bir vaziyette apar topar kendimizi dışarı attık ve enişteme müdahale etmeye başladık.

Ablam pet şişedeki suyla eniştemin kafasına soğuk su dökerken ben ve Murat da eniştemin yüzünü ve saçlarını ovuyor, başına masajlar yapmaya çalışıyorduk...

Bu durum 15-20 dakika kadar sürdü...

Bu sırada yoldan geçen köylüler oldu. Bize tuhaf tuhaf bakıp, tek kelime etmeden yanımızdan geçip gittiler. "geçmiş olsun", ya da "yapabileceğimiz birşey var mı" deme gereği duymadan, yanımızdan ağır ağır yürüyerek ve tuhaf bakışlarla öylece çekip gittiler.

Yaşadıklarımıza inanamadık.

Bütün bunlar doğru olamazdı.

Misafirperverliği dillere destan Kelhasi Köyü adam sendecilikle, duyarsızlaşan bir topluluk yığınına mı dönüşüyordu?

Köyde dolaştıkça bu duyarsızlığın boyutu bizleri daha büyük bir hayal kırıklığına uğratacaktı...

Amcamlar o gün köyde değillerdi.

Biz de buraya kadar gelmişken mezarlığa gitmeye karar verdik.

Ama eniştem mezarlığa gelebilecek durumda değildi.

Arabayı da köyün dışında park ettiğim için mezarlığa yürüyerek gitmek durumundaydık.

Ablam, eniştemi yalnız bırakmak istemediği için, çok istemesine rağmen, bizimle mezarlığa gelemedi.

Ahmet Amcamın evinin bulunduğu ve mezarlığa çıkan yolun kenarında bir taşın üstünde eniştemle birlikte oturup bizim mezarlıktan dönmemizi beklediler.

Yaklaşık bir saatlik bu sürede kimse onları evlerine davet etme gereği duymadığı gibi, bu iki yabancı insan burada niye oturuyor deme zahmetinde bile bulunmadılar.

Sadece olan biteni evlerinin balkonlarından izlemekle yetindiler...

Biz mezarlıktan dönünce, eniştemin söyledikleri canımızı acıtmakla kalmamış yüzümüzü de yere eğmişti: "Bir daha bu köye gelirsem..."

Yıllar önce yine bizim köylü bir büyüğümüzün rahmetli babama bizim evde anlattıkları geldi aklıma.

Şimdi bu yaşadıklarımızı da görünce, bu anlatılanların pek de abartı olmadığını anlıyorum: "İskenderun'dan köye keyifle gitmiştim.

Uzun süredir köye gidememiş olmanın özlemiyle soluğu bahçelerin birinde aldım.

Burnuma scak köy ekmeği kokusu geliyordu ki, içim gitmişti.

Dayanamadım ve bahçeye girip selam verdim.

Ekmeğin kokusu beni benden aldı, dedim.

Buna rağmen, bir parça ekmeği bana çok gördüler...

O gün bu köyden erkenden ayrıldığım için kendimi şanslı hissettim.

Anladım ki, o buram buram maneviyat kokan değerlerimiz çoktan ölmüş..."

Bu sadece Kelhasi Köyüne özgü bir durum da değil.

Her yerde benzer hikayelere sıklıkla rastlıyoruz.

Değerlerimizi hızla yitiriyoruz...

Orda bir köy var ama ne o köy bizim köyümüz, ne de biz o köyün masum çocuklarıyız...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol