Çocukluğumuzdan itibaren çoğumuzun hayalini kurduğu, kendisini orada gördüğü bir meslek dalı vardır.

Sadece belki özenti, belki heves, belki izlediğimiz film veya çevremizdeki insanlardan etkilenirdik.

Ne televizyon programları ne de araştıracağımız internet vardı.

Birçoğumuz da ailelerimizin istediği mesleği seçmek zorundaydık.

Çocukluğuma gidiyorum. İlkokul ve ortaokul da öğrenciyken hayran olduğum öğretmenlerimden mesela Mezre Ortaokulunda Fen Bilgisi öğretmenimiz değerli Gülseren Aksoy öğretmenimizi örnek almıştım. Etkilenmiş olacağım ki öğretmenlik mesleğini sever olmuştum.

Yine hatırlıyorum İlkokul 1 ve 2. Sınıflarda arkadaşlarım ile evcilik oynadığımda ben öğretmen olurdum.

Annem evde olmadığı zaman babamın henüz ütülenmemiş bir kareli gömleğini seçer (öğretmenim ya!) onu giyinirdim, ders anlatırdım.

Neden kareli gömlek derseniz?

  Öğretmenimin önlüğü de kareliydi de ondan.

Bu senaryo sadece bana aitti.

Oysa evde yönlendirme yapılmamıştı.

Lise eğitimimde meslek seçimi düşüncem değişti. Sanırım öğretmenlik mesleğine toplumda vasat bakış açısı ve benim de başarılı öğrenci olmam, hedefimi değiştirdi.

Hedefimdeki fakülte civar illerde yoktu.

O yıllarda ulaşım sıkıntılıydı, uçak yok denecek kadar azdı, haftanın belli günleri ve sadece 2 kente sefer yapılırdı.

Yine başka illerde barınma en büyük sıkıntıydı.

Özel yurtlar yok, devlet yurtları sayı ve kapasitesi sınırlıydı.

Ayrıca kız çocuklarının il dışında okutmanın sorumluluğu o yıllarda daha da ağırdı.

Ayrıca terör belası vardı.

Aydın bir insan olan babam en yakın şehir Diyarbakır’a gitmeme izin vermişti.

Yine branş olarak da tek tercih matematik yapmıştı.

Beynimden sildiğim öğretmenlik mesleğine 20 yaşında başladım. Babamın isteği ile kazandığım mesleği ancak sınıfa girdiğim an “iyi ki… iyi ki …

Öğretmen oldum” dedim.

Ömrümü verdiğim mesleğime âşık oldum.

Çünkü çocuklar emanet edilmişti.

Sorumluluğumuz büyüktü. 

Benim bir ara sözüm ona beğenmediğim öğretmenlik mesleğinin asaletine inandım.

Ömrümü verdiğim mesleğimde başarılı olabilmek için elimden geldiğini yaptığıma inanıyorum.

Mezun öğrencilerimden gelen geri dönütler, yorumlar bana tekrar iyi ki bu mesleği seçtim dedirtiyor.

Bu mesleği sevsem de sevmesem de bu seçimi ben yaptığıma göre faydalı olabilmek için elimden geleni yapmak benim görevimdi. 

Ben bu mesleği zaten istemedim diyerek mesleğime küskün olmak gibi zayıflığı yapamaz ve yapmazdım.

Benimseyince zaten meslekteki başarı yolu kendiliğinden açılır.

Çevremde bazen görüyorum iş hayatında bıkkın, mutsuz, agresif, verimsiz, yorgun görünümde personel.

Bu tarz insanları daha çok ara elemanlarda görmek mümkün.

İş yerinde mutluluk nedir diye sorulduğunda anket sonuçlarına göre; iş yerindeki mutluluğun en önemli koşulu yaptığı işi sevmek olarak belirlenmiş.

Günümüzde insanlar ya istediği işte çalışmamaktadır, ya da severek başlanan iş üzerine yüklenen sorumlulukları bir yük olarak hissedebilir.

Mutsuzluklarına neden olan sorunlar sorulursa maaş, çalışma saatleri iş ve ev-iş lokasyonu, iş arkadaşları, yönetici, yemekler, sigorta, yol parası, evdeki işlerine ulaşamamak, ailevi sorunlar… gibi birçok şeyden şikayetçi olanların sayıları fazladır.

Bazı anlamda onlara hak veriyorum.

Mesela inşaat mühendisi öğrencilik yıllarında sabahlara kadar proje çizerken bazıları istihdam edilemediler.

Kısa süreli pedagoji formasyonu alarak sınıf öğretmeni olarak atanmaları sağlandı.

Mühendis olarak diploma alan ancak işsizlikten öğretmenlik yapmayı isteyen kişi bu işe girdiği için gereğini yerine getirmelidir.

Eminim ki birçok kişi bu işin bilincinde, sorumluluklarını yerine getiriyorlar.

Yine biliyorum ki “ben öğretmen olmak için sabaha kadar proje çizmedim, öğretmenlikten ne anlarım benim alanıma atamamı yaparlar aksi halde alacağım izin raporlar ile okul dönemini kapatırım” diyenlerin sayısı da az değil.

Üzücü durum.

Sevmeden yapılan işten verim alınamaz.

Birçoğumuzun resmi kurumlarda, kamu hastanelerinde işlerimiz olmuştur.

Bankın arkasında oturan memurun suratı asık, yanaşırsınız selam verirsiniz selamınız almaz (acaba aklı sıra mesafe mi koyuyor bilmiyorum) sorunuzu yöneltirsiniz dışarıdan giden vatandaşın yüzüne bakmadan gergin ses tonuyla cevap verir, hatta bazen öyle konuşur ki anlaşılmaz ses tonu ve ikinci defa sormaya da çekinirsiniz.

Küçük dağları ben yarattım edalarında görünüm ile sanırım akılları sıra ulaşılmaz mı olmak istiyorlar!

Özel sektörde de eğer mekânda birden fazla personel var ise üslupları daha sıcak, sempatik, yardımcı olmak için çabalarlar.

Ama tek başına bir personel var ise kamudaki gergin memurdan farkının olmadığına şahidim.

Bu tarz örnekleri sıklıkla görmek mümkün.

Onları bazen az da olsa haklı kılacak aklıma gelen sorular var tabii. Bazıları:

Yaptığı iş tatmin etmiyor olabilir.

Aldığı maaş yetersiz olabilir.

İstemediği bir mesleğe giriş yapmak zorunda kalmış olunabilinir

İşyerinde haksızlığa uğramış olabilir.

Bulunduğu pozisyondan daha üst pozisyonları hak ettiğini düşündüğü için motivasyonu kaybolmuş olabilir.

Ortam sıkabilir.

Mesleğini sevmeyebilir. Bu ihtimaller artırılabilir, ama hiçbir neden çalışanın özel durumlarını, sıkıntısını işine yansımamalıdır.

Ya problemlerin çözümü için çalışılır, ya sistem olduğu gibi kabullenilerek işini en iyi şekilde yapmaya çalışır veya o işi bekleyen çok insan var onlara şans verilir.

İş koşulları iyileşmiyorsa iletişim diline zarar vermemelidir.

Hiç kimse Allah rızası için çalışmıyor, karşılığı tatmin ediyor veya etmiyor iş verimini düşürmemeli, bıkkın çalışanlar işi olan vatandaşa geri adım attırmamalılar.

Performanslar belirlense, ayın memuru gibi ödüller ile belki düzelir mi bilmiyorum?

Bazen o tarz insanlar ile muhatap olunca sormak istiyorum.

Ama o tablo beni de onların karlısında suratsız yapınca kime neyi sorayım diye yutkunuyorum.

Soru şu “Çalıştığınız ortamdan, işinizden memnun değil misiniz? 

Siz mi işinizi sevmiyorsunuz?

İşiniz mi sizi sevmiyor?”

İşimizi severek yaparsak huzuru, başarıyı ve sevgiyi yakalarız.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol