Bir filmde, köyden İstanbul'a çalışmaya giden saf bir köylü, şehrin kalabalığında bir başına kalınca, şaşkınlığını gizleyemeyip şöyle diyordu: "Allah'ım bu nasıl bir kalabalık böyle!

Bu insanlar nereye gidiyor?

İnsanların yüzlerindeki acı, sevinç, hüzün ve heyecan neden seçilemiyor.

Ne saklıyor bu insanlar?"

Herkesin bu hayatta anlatılacak bir hikayesi var.

Kimi bunu dile getirmeye gönüllü iken, kimi de yaşadıklarının kendi içinde kalmasını tercih ediyor.

Ama gerçek olan şu ki, herkes bu hayatta öyle ya da böyle var olma mücadelesi veriyor. Çünkü bu hayatta yaşamak, layıkıyla yaşayabilmek hiç kolay değil. Bir tarafta ekonomik zorluklar, diğer tarafta değişen dünya düzenine ayak uydurmak zorunda olmanın getirdiği ağır yük...

Aslında işin özeti şu: Paraya endeksli bir hayatın içindeyiz...

Her ne kadar maneviyat nutukları atılsa da gerçeğin hiç de öyle olmadığını aslında herkes çok iyi biliyor.

Kişi bu gerçeği kendine bile itiraf edemezken, bu gerçekle yüzleşmeye, yaşamaya çalışmak hiç kolay değil.

Siyasetçilerden, sanatçılara, statü ile kazanılmış mesleklere kadar bu hayatta herşey paraya endeksli...

Parasız erkeği sadece annesi sever anlayışı gibi manevi değerler artık çok gerilerde kalmışa benziyor.

Kaldı ki, anneler bile bu hayatta parasal anlamda rahata ermiş evlatlarını daha çok önemsiyor, daha çok seviyorlar.

Günümüzde ilişkiler, dostluklar, sosyal yığınlar hep paraya endeksli kuruluyor.

Daha iyi bir yaşamın özlemi ve çabası bunda belirleyici etken oluyor. Sokaklarda yapılan sosyal deneyler de bu gerçekliği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Üstü başı yırtık bir evsizin sokakta kalp krizi geçirmesine insanlar duyarsız kalıp yanından geçip giderken, aynı adama takım elbise giydirilip bir iş adamına dönüştürüldüğünde ise, ona yardımcı olmak için nerdeyse bütün kalabalık seferber oluyordu.

Otuzlu yaşlarda bir vatandaşa normal bir kıyafet giydiriliyor ve genç kızlara, bu adamla çıkıp çıkmayacakları soruluyor.

Kızlar adamın kel ve göbekli olması gibi fiziksel özelliklerini gerekçe göstererek onunla çıkmak istemediklerini söylüyorlardı.

Aynı adama bu kez takım elbise giydiriliyor.

Eline bir Bond çanta tutuşturularak spor bir arabaya bindiriliyor.

Aynı kızlar bu kez onunla seve seve çıkabileceklerini söylüyorlardı.

Muhabir bunun nedenini sorduğunda verilen cevaplar ise neredeyse birbirinin aynı idi: "Bana istediğim hayatı sunabilir..."

Paranın etkin olmadığı yerler hiç mi yok derseniz, aslında yok değil ama oldukça az...

Gelenekçi yapının etkin olduğu kırsal kesimler nispeten daha maneviyatçı ama onda da bütünüyle manevi bir oluşumdan bahsedeyebilmek çok zor...

Bizi biz eden değerlerden kopmayın.

Çünkü bu hayatta kimse kalıcı değil.

Er ya da geç hepimiz bir gün bu dünyadan her fani gibi göçüp gideceğiz.

Önemli olan geride güzel şeyler bırakıp güzel cümlelerle yad edilebilmek değil mi?

Öyleyse asla sizin olmayacak bir dünya için bu kadar yırtınmak niye?

Kim beraberinde birşeyler götürebillmiş ki?

Unutmayın ki, çocuklarınız sizi rol model alacaklar.

Onlara vicdanlı olmayı, merhametli olmayı, sevginin gücünü ne kadar çok öğretebilirsek, o kadar iyi bir geleceği de inşa etmiş olacağız...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol