Tanklar yürütüldü ana caddelerinde metropollerin. Asker sokağa sürüldü gövde gösterisi yapmak ve sivil iktidara sopa göstermek adına. Dış güçlerin maşası oldu bazı paşalar. Postmodern darbe  post kavgası oldu adeta, dostane değildi. 

Namazsanız, tankız; oruçsanız, içkiyiz;  inanansanız, silaha davrananız diye mesaj verdiler tehditkâr bir şekilde kendi insanlarına. Düşmanın yapamadığını yaptılar Ümmet-i Muhammed’e. Eşi kapalı diye görevden alınıyordu rütbeli. Heybetli paşaların maşası oluyordu astlar. Kuyusunu kazıyordu arkadan herkes birbirinin. Namaz kılıyorsa birisi anında bildiriliyordu çalışma grubuna. Kapalıysa ailesinden biri, anında fişleniyordu o rütbeli. Sahibinin attığı kemiği büyük bir zevk ve sevinçle yerine getiren süs köpeği gibiydi bazıları. Nice insanın ekmeğiyle oynayıp terfiisiyle uğraştılar; eşi, kızı ve inancıyla dalga geçtiler. Ülkenin başbakanını takmadılar. Onlar ağlarken bunu reva görenler kahkaha attı.

Sinirleri bozuldu toplumun, psikolojisi yerle bir oldu. İntihara kalkışanlar oldu okuldan atıldı diye. İkna odalarına çekildi gencecik kızlar. Pazarlık konusu yapıldı inançları. “Bin yıl sürecek” denilen bir yalanın itirazsız teslimiyetçileri oldular. Oysa ne rezildiler, bu ülkeye en büyük kötülüğü yaptılar.

Kızı İmam Hatip’te okuyor diye fişleniyordu biri. Herkes emir gereği eşinin başı açık fotoğrafını çektiriyor ve gösteriyordu üstlerine. Bir de makam ilerlemesi için aday olanlar birbirini ispiyonlamaya başlıyordu; yok eşi kapalı, yok kızı; yok Kuran- ı Kerim okuyor, yok namaz kılıyor diye. Yani bunlar büyük bir suç olarak görülüyor, islami olan bunu gizliyor, ibadetini aleni yapamıyordu.

Darbe dönemi ile ilgili merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın koruması şunu söylemişti bir röportajda: Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, namazlarını makam odası ve tuvalet arasında kalan koridorda kılarmış. Özal, namaz kıldığı belli olmasın diye de odadan çıkarken ellerini yıkamış görüntüsü veriyormuş.

Ah be güzel ülkem, sen ne badirelerden geçmişsin. Bugün camilerimizin, mescitlerimizin, mabetlerimizin, cemevlerimizin, kiliselerimizin kapıları ülkemizin her köşesinde inancını yaşamak isteyen vatandaşlarımız için ardına kadar açık. Kim neye inanıyor ve ne yapmak istiyorsa onu yaşıyor ve yapıyor. Kimin kime ne zararı var ki?

Başörtülü olmak suçtu; namaz kılmak, cumaya gitmek, oruç tutmak, inançlı olmak, Müslüman’ım demek dahi.

28 Şubat ne berbattı, hatırlar mısınız? Kaç kişi başını açmak zorunda kaldı, kaç kişi işinden oldu ya da okulundan ayrılmak zorunda bırakıldı. Post modern darbeymiş “Höst!” desem!  Nasıl bir kahpelikmiş ki bu kendi değerine küfreder, milletinin kutsalıyla alay eder, insanının inanç özgürlüğünü elinden alırmış. Neyini savunurlar 28 Şubat’ ın ve benzeri darbelerin bunu asla anlamam?

Şiir okudu diye hapse atılıyordu bugünkü başkanımız. Dönemin başbakanına
küfretmeyi marifet sayan alt rütbeden zerzevatlar, bu ülkeyi İsrail ve Amerika için ateşe atıyordu.

Sivil polisler bekliyordu okul önlerinde. Başı kapalı bir öğretmen ya da öğrenci girdi mi okula  jurnalleniyordu bir üste. Eşi kapalı diye caddenin iki yanında yürüyordu üniformalılar; kendileri bir tarafta, eşleri diğer tarafta. Olmaya ki yan yana görünüp ekmek paralarından olalar!

Başörtülü diye protokolden atılıyordu şehit ninesi, askeri alana giremiyordu asker anası. Bu ülke kendi yavrusunu yiyen timsah gibi gözyaşı döküyordu. İnsanlar darbe karşıtı gazeteleri alamıyor, bu gazeteler de yazamıyordu olan biteni. Satın alınan gazeteler ve baskıdan korkan gazeteciler sesini çıkartmıyordu darbeye. Herkes kördü mazlumsa tek başınaydı.

Korku imparatorluğu sarmıştı her yeri ve bu korku; herkesin gözüne sinmiş, sözüne sirayet etmiş, özüne kadar işlemişti. Öz vatanında paryalık yapmak zorunda bırakılmıştı insanlar! Allah aşkına bu adamlar kaç paralık bir zihniyete sahipti?

Üniversite kapısından geri çevrilen kızların feryadı, gözyaşları, ahları sarıyordu yurdun dört bir yanını. Yüreklerde öfke büyüyor, dillerde lanet çoğalıyordu. Buna çanak tutan güya postmodern ve alınır satılır köşe yazarları da yok değildi. Avukatlığına soyunuyorlardı darbenin, darbe severdiler.

Darbelerdeydi ülkem, harabelerde. Sahi kimin umurundaydı?

Bir daha bu ülkenin çocukları okulundan atılmasın, işinden edilmesin, eşinden kopartılmasın, değerlerinden uzaklaştırılmasın, inancından ayrı tutulmasın! Sağıyla soluyla kimse darbe mağduru olmasın! Kimse bir sağdan, bir soldan idam ettik demesin!

Bu ülke hepimizin; inancıyla, diliyle, rengiyle, farklılığıyla. Zenginliğimiz değil mi bütün bunlar. Neden zenginliğimiz fakirliğimiz olsun ki?

28 Şubat, postal sesine âşık olan ve postal yalayanların hülyasıydı.  Bugün herkes rahat ama bunu unutmamak lazım, unutturmamak. Âkif ağzıyla seslenirsem eğer: “Rabbim bu millete bir daha darbe yüzü göstertmesin!”

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol