Yaşlı olmak elbette bir kusur değildir ama bu dünyada onların yaşam alanları son derece sınırlı.

Hiçbir yerde istenmiyorlar çünkü...

Onları istemeyen ve onlardan kurtulmanın planlarını yapanlar, sadece kendi akrabaları da değil.

Yeni Dünya düzeni, gençler, toplumun diğer kesimleri de onlara tahammül etmekte zorlanıyorlar.

Çünkü çoğunluğa ayak uyduramıyorlar.

Olmazsa olmazları o kadar fazla ki, bir noktadan sonra insanların tahammül yetilerini hayli zorluyorlar.

Sürekli nasihat ediyorlar ve bu durum özellikle Z kusağını deli ediyor.

Çıkar telefonunu muhabbetiyle iktidar yanlısı tutumları, biz kuyruklarda çok yokluk çektik çıkışları, yeni kuşak rahatına düşkün muhabbeti, onlara olan bu tahammülsüzlüğü arttırıyor.

Bir arkadașım onlar için bakın neler anlatıyor: "İzzetpaşa Camii, Saray Camii ve valilik önünde kümelenip saatlerce oturuyorlar.

Ellerini arkada bağlayıp ağır ağır yürüyor, kalın çerçeveli gözlükleriyle etrafı süzüyor, 99'luk tesbihleriyle de insanların yüzüne alık alık bakıyorlar.

Ve ne acıdır ki, cahil diyebileceğimiz insanlardan olușuyor büyük çoğunluğu...

Okumaz, araştırmaz, bilgiden yoksun, klișelerle süslü bir algıları var.

Evde karısı istemez, gelini istemez, oğlu tahammül edemez, huysuz, aksi, ne dediğini bilmez bir kafa yapısıyla sürekli etrafta dolanan ayak bağından farksızdırlar...

Ve ben bırak onlarla birlikte yaşamayı, onları görmeye bile tahammül edemiyorum artık..."

" Abartmıyor musun? Sonuçta senin annen, baban da bu kitlenin mensupları değil mi? " dediğimde de: "Az bile söylüyorum.

Daha fazlasını da hak ediyorlar. Bazen, ben de mi yaşlanınca böyle olacağım acaba diye ciddi bir korkuya kapıldığım oluyor.

Sonra, eğer bunlar gibi olacaksam Allah şimdiden canımı alsın, razıyım, diyorum. " "Bu kadar iddialı, büyük laflar etme.

Bu hayatta kimin ne olacağı belli olmaz " dediysem de pek faydası olmadı...

Devam etti anlatmaya: "Bu toplumun hatta dünyanın en zayıf halkalarıdır onlar.

Topluma ayak bağı oluyorlar, hem de her anlamda...

Ekonomiye ciddi anlamda yükler. Nereye gitseniz onları görüyorsunuz.

Hastanelerde, bankalarda, camilerde, avm'lerde, cadde ve sokaklarda, park ve bahçe banklarında hep onlar varlar...

Sayıları da az buz değil. Bu ülkede yaklaşık 13 milyon emekli yașıyor.

Yani birçok Avrupa ülkesinin nüfusundan bile fazla...

Hani salgın sürecinde amaç, yaşlı nüfusu ortadan kaldırıp yeni dünya düzenine geçmek deniyordu ya, inan bana dostum, haksız da değiller..."

Peki bizim Elazığ'da durum nasıl, yukarıda anlatılanlardan farklı mı dersiniz?

Keşke bu soruya' evet' diyebilmek mümkün olsaydı.

Maaş günlerinde banka atm'lerinin önünde uzun kuyruklar oluşturuyorlar.

Sıra kendilerine geldiği zaman da, hep birilerinin yardımına ihtiyaç duyuyorlar. Kime güvenip kime güvenmeyeceklerini de bakışları ve deneyimleriyle bulmaya çalışıyorlar.

Evlerde istenmeyen bu amcalar, bir şekilde sokağa zorla çıkarılıyorlar.

Toplu taşımanın kendileri için ücretsiz olmasını kullanarak, kendilerince değişik aktiviteler geliştirmeye çalışıyorlar: Mesela öğle namazını Doğukent'teki camide kılıp, orada eski dostlarıyla biraz takıldıktan sonra, otobüse binip ikindiyi Sürsürü'de, akşamı da Molla Bahri'de kılıp günü bir şekilde bitirmeye çalışıyorlar...

Çoğunlukla sinirli, alıngan, geçimsiz ve müșkülpesentler.

Her şeye müdahil olmaları, yaşadıkları can sıkıntısının bir nevi dışa vurumu sanki...

Bu da onlara karşı toplumda oluşan ön yargıların ve tahammülsüzlüklerin artmasına neden oluyor.

Bu hayatta bir B planları yok.

Hayatı, kaderci bir anlayışla akışına bırakarak yaşamaya çalışıyorlar; son nefesi nerede, nasıl ve ne şekilde vereceklerini bilmeden...

Aslında huysuz olarak görünseler de yaşlandıkça duygusallașırlar.

Her șeyi ailelerinin huzuru ve mutluluğu için yapsalar da kimseye yaranamazlar.

Bekar olanlar yeniden evlenmenin hayalini kursalar da bunun gerçekleşmesinin pek de kolay olmayacağını bilirler.

Mahalle baskısı da bunda etkin rol oynar.

Bu sebeple bu jesti hep çocuklarından beklerler.

Bir huzur evine kapatılarak aileden tamamen koparılmak istenmeleri en büyük korkuları olsa da bunu dışarıya yansıtmamaya çalışırlar.

İçten içe bu korkuyu yașasalar da, benim çocuklarım yapmaz, güvenine inanmak isterler.

Hayat devam ediyor ve zaman denen şey, hızla ilerliyor.

Yarın biz de onlarla aynı yaşlarda olacağız.

Sadece bu gerçeği düşünün derim...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol