Aklımdan hiç çıkmadı o baba.
Ve onun yürek burkan hikâyesi gelip aklıma takıldı yine.
Ülkemin doğusunda bir şehir,
Ve şehrin kışın kar dağlarının yol vermediği bir ilçesi
Ve o kar dağlarının yol vermediği ilçesinin evleri yoklukla sıvanmış
Yüzleri acıyla kat kat olmuş bir köyü
Ve o köyün her şeyden mahrum mezrasında yaşandı bu vahim olay
21.yy.ın “dünyasına” hüzün şerh koydu orada
Kim gitti “dün yasına” onların hesap edemedim.
Sayamadım gözyaşlarımı, kurutamadım kirpiklerimi
Elleri çalışmaktan nasır tutmuş
Gözlerinde çapaklar tan vakti otağ kurmuş
Bir aile yaşardı herkesten habersiz, çaresiz
Ve kaderlerine mahkûm, kederlerine meftun
Yüreği yaralı bir aile yaşardı bu mezrada
Ve bir o kadar da kapalıydılar cümle âleme
Kaderleri yaşadıkları coğrafyaya ne kadar da benziyordu üstat
Kar yağıyor yollar kapanıyor ve onlar unutuluyor bahara kadar.
Orada birileri yaşıyor bizden birileri…
Yokluğun ceplerine örümcek ağı kurduğu bu ailenin
Muharrem’i vardı belki de tek neşe kaynakları
Kader illaki oradan vuracak babayı anayı oradan kanatacak şah damarı
Ve yüksek ateşi vardı Muharrem’in ambulans gelemiyordu kardan dolayı.
3 gün beklediler ateşi düşmedi Muharrem’in.
Ne gelen oldu, ne arayan, ne de soran!
Oysa herkes haberdar edilmişti.
Etkisiz yetkililer biliyordu vaziyeti.
Bir can için bütün vilayet seferber olurdu.
Bir can için bütün ülke ayağa kalkardı.
Olmadı işte!
Bir insanlık sınavından daha mağlup ayrıldık.
Muharrem 3 yaşındaydı dayanamadı yüksek ateşe ve öldü.
Zatı şerifler ya da âliler, cenazenin defnedilmesi için sağlık raporu isteyince
Baba kilometrelerce yolu dondurucu soğuğa rağmen
Yürümek zorunda kaldı ama nasıl bir dünya yüküyle hem de
Nasıl bir acıyla ve kefensiz beyinlerin, yaşayan ama kalbi çürüyen kalplerin
Ve yalama olmuş dudakların üstüne üstüne hem de
Satmışım anasını dercesine herkesin basmışım en galiz küfrümü
Minik Muharrem'in minnacık naaşını sırtına aldığı çuvala koyarak taşıdı.
Hani dünya yıkılsa o an kimse bir şey diyemez
Altüst olsa yer ve gök kimse itiraz edemez
Hani demiş ya kudemadan bir paşa: “Gidemediğin yer senin değildir.” diye
Ekliyorum ben de: “Giremediğin gönül de senin değildir.” diye.
Güzel Türkiye’m bu haberle dondu kaldı,
Şaştı kaldı, ağladı kaldı, kar yolları kapadı.
Akıl dumura uğradı, kalp yolları tıkandı
Yıl geçmişte kaldı ama o babanın sırtındaki yük sırtımda kaldı
Yüreğindeki sancı yüreğimde kaldı
Yaşar mı bugün bilmem hem yaşasa nasıl yaşar ki
Muharrem’in acısı büyümüş de büyümüştür şimdi
Ağrı Dağı olmuştur o babanın yüreğinde
Gözyaşları Van Gölü olmuştur o babanın gözlerinde
Cenaze çuvala kondu minnacıktı, yüklendi babası dünyanın ağır işini.
Ağlasa bin dert ağlamasa milyon dert.
Kilometrelerce, saatlerce yavrusunun cenazesini sırtında taşıdı.
Bütün dünyayı taşıdı aslında.
Ömrünün belki de en uzun, en çetin, en hazin yürüyüşü oldu bu yürüyüş.
Etraf bembeyaz… Yol yok, araç yok, insan yok, başka renk yok.
Yok da yok bu nasıl bir imtihandır sırtında taşıdığın ey baba!
Sar cigaranı da bir nefeste bitir, can dayanmaz yoksa bunca yüke
İnsan kendi evladının hamalıdır, tabutudur.
Tabut dediğine nedir belki de bisküvi kutusudur
Belki de un çuvalıdır kefen niyetine sardığın.
Sessizlik var kulakları sağır edercesine,
İnsanı kahredercesine bir sıkıntı var bu beyazlıkta.
Ölüm var bir babanın sırtında, ağır aksak ilerlemek zorunda kalan karlar içinde.
Yol vermeyen dağlar, şimdi ülkemin yüreğini dağlamaz da ne yapar?
“Şu karşıma göğüs geren taş bağırlı dağlar” içimizi dağlamaz da ne yapar?
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,
Birinciliği beyaza verdiler” diyen Özdemir ASAF aklıma geliyor nedense!
‘Sizin hiç evladınız öldü mü?’ diye aşırma bir cümleyle sorayım:
Siz hiç çocuğunuzun cenazesini bir çuval içinde, taşıdınız mı sırtınızda saatlerce?
Bir babanın bundan daha ağır bir yükü olmuş mudur bu şişko ve köhne dünyada?
Bundan daha büyük bir imtihanı?
Kar yağmasın cenazemin üstüne.
Gözyaşları yağsın tek!
Kuşlar yine konar mı telgrafın tellerine?
Güller açar mı yine dikenlerin üstüne?
Aç kalsa çıplak olsa bu kadar üşümez insan!
Sahipsiz kalmaktır donduran kanımızı, canımızı.
Artık rahatça içebilirsiniz çayınızı
Ey yetkili yetkisizler! Sırtınızda kocaman bir yüktür
Çuval içinde cansız bedeniyle Muharrem çok küçüktür!
Ruhunuza ağır bir darbedir Muharrem!
Artık ısınabilirsiniz oturduğunuz yerde, Muharrem yoktur artık.
Ben o babanın gözlerinde donmuş iki damla gözyaşıyım.
Ben o babanın sözlerinde kalmış iki cümle sözyaşıyım
Bir baba tanıdım yıllarca evvel
Gazetelerin sarı yaprağına düştü haberi
Televizyonların karıncalı ekranına
Karlar içinde sırtında bir çuval vardı o babanın
Ve o çuvalın içinde 3 yaşındaki evladı…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol