İnsanlar, sevdikleriyle yaşadıkları o güzel günlerin tadına varırlar da nedense farkına varamazlar bir türlü.

Bunun için üzerinden uzun bir zaman geçmesi gerekiyor galiba.

Daha sonra elde kalan bir fotoğraf, mektup, hediye, eşya vs ona baktıkça geçmişte kalan ama aslında geçmeyip insanda farklı duygularla beraber kalan o güzel an’ların değerini hatırlatır.

Zaman geçtikçe de kaybedilen ve özlem duyulan o kişiyle bir hasbihâl etmek istenir.

Sohbetler iki kişilikken tek kişiliğe dönüşüverir. Kalan konuşur ellerinde hatıralar, gözlerinde yaşlarla.

Giden ise duyuyorsa eğer, ki buna inanır onunla konuşmaya çalışan, sadece dinliyordur hiçbir sözü atlamadan.

Bunları hemen herkes yaşamıştır ve yaşamaya devam edecektir istede de istemese de.

Zamanın da görevi budur ya?

Kıymet bilmek için onunla haşır meşir olmanın ister.

Babamın bir arabası vardı, kırmızının en güzel tonuyla bezenen.

Kapının önündeki dut ağacının altında dururdu.

O oradayken içimizde anlatılmaz bir huzur ve güven peydah olurdu.

Her şeye karşı güvende hissederdik kendimizi.

Kanatlarının altına yavrularını almış olan bir kartal misali.

Ne dert ne keder uğrayamazdı bize.

Bir işçi çocuğuyum ben.

Aldığı paranın her kuruşunda alın terinin en helali vardı.

Eli yüzü kararırdı belki ama kazancı apaktı her zaman.

Gece geldiğinde yorgun olduğundan ya da bunu sevdiğindendi bilemem, oturur kanepeye uzatırdı ayağını, çorabını çıkarmamızı isterdi. Gocunmazdık biz de ama bazen içimizden kızamadık değildi de belli etmezdik sadece.

Çıkarılan o çaraplar aslında babamla aramızdaki bağın kuvvetlenmesini sağlamıştı hiç fark etmeden.

Şimdi basit gibi gelebilir ama ben ise daha iyi anlıyorum.  

Çocukken onun yanında uyuduğumuzda bir kolu yastığımız olurdu, bir  kolunun da altına alırdı bizi belki de en güvenilir yerdi bizim için. Rüyaların en güzeli bizlere eşlik eder gece boyunca.

Bir gün izin yapabilirdi, pazarları.

Erkenden uyandırırdı bizleri de kendisi uyuymadığı için.

Kızardık çocuk halimizle içimizden;

“Bir pazarımız var uyuyalım baba!” diye geçirirdik.

Ama onun seslenmelerine dayanamayıp kalkardık sıcacık yorganın altından. Meğer ne kıymetli günlermiş. Şimdi yaptığımız kahvaltıların hep bir yanı eksik, kulağımızda çınlamayan sesiyle...

Sonra bir gün kalbi artık devam edemeyiz dedi ve alıp gitti babamı.

Çok yufkaydı yüreği.

Bu dünyaya fazla olanlardan...

Yolda kalmışlara yoldaş, acıkana bir tas çorba, üşüyene bir ceket, gelinlere abi, çocuklara amca, yaşlılara evlat olurdu.

Hayatın bu kıymet bilmezliği ağır geliyordu artık kalbine.

Almak nedir bilmezdi o sadece elindekini dağıtmakla meşguldü.

Yufka yürekliler için bu dünya bir cehennemden farksızdır.

O da cehennemi geride bırakıp cennetine kanatlandı rabbinin.

Güldüğüne çok şahit olurduk.

O bıyıklarının altına gizlediği sıcacık gülümsemesiyle bizlere hep güven verirdi.

Bir babadan daha öteydi.

Zaten öyle olmasaydı eğer bu kadar acıtır mıydı terk-i diyar eyleyişi?

Kızınca ise bir bakışı bütün kelamlara denkti en büyük dersi veren.

O, bu hayattayken babalar gününün pek bir anlamı olmazdı bizim için.

Hiç gitmeyecekmiş gibi dururdu yanımızda.

Bir hediye aldığımızı hatırlamam, “Babalar günün kutlu olsun.” derdik öyle kuru biz sözle gönül alırcasına.

Şimdi olsaydı da sarılsaydık boynuna, hediyelerin en güzelini serseydik ayaklarının altına.

Yine de ödeyemezdik hakkını.

Yaşadığı 54 yıl boyunca kırdığı bir kalbe şahit olmadım ve kimseden de böyle bir sözü hiç duymadım.

Çocuğundan yaşlısına herkes razıydı çünkü her gönle bir kere olsun dokunabilmişti.

O gitti ama adı kaldı geriye bu da bizim için hem bir sınav hem de bir şeref.

O ismi yaşatmaya çalışmak ve ona leke sürmemek içindir verilen bütün mücadele.

İnanın hayatım boyunca kendime verdiğim sözdür onun adını en güzel şekilde taşıyıp yaşatmak.

Babalar günü deyip geçmeyin.

Sözlerin güzelini dizi verin gönüllerine.

Hediyelerin güzelini almaya çalışın ki bir el öpüş ve sarılış onun için hediyelerin en güzelidir.

“Biri ölür üzülmezsin.

Sonra asılı bir hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur.” demişti Nuri Bilge Ceylan.

Bu sözün zaman geçtikçe ne kadar anlam yüklü olduğunu anlıyorum.

Yaşarken de kıymet bilelim, göçüp gittiklerinde de.

Yoksa asılı çeket veya hırka gelip oturuverir kursağınıza da geçmez olur, ne bir yudum su ne bir lokma...

Günleri kutlu olsun hepsinin bu babanız da olabilir size bir baba kadar yakın olan ve koruyan bir yakınınız da ama kim olursa olsun bir güne değil bütün bir ömre yayalım ve söyleyim sevgimizi, hiç bıkıp usanmadan.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol