Şafağın sökmesine yakın vakitte hayat üzerindeki örtüyü atarak canlanmaya başlar yeniden. Gökyüzü siyahlarından sıyrılıp giyinmeye başlayınca aydınlıktan örülü libasını, sesler göğe yükselip dağılmaya başlar köşebaşlarına. Kuşlar cıvıltılarıyla sessizliği yırtıp atar kentin üzerinden, cami avlusundaki güvercinler herkesten önce karşılar sabahı, hafif bir rüzgâr yaprakların hışırtısını duvarların koynuna bırakır. Perdeler hafiften aralanır ve gün ışığı aydınlatıverir geceye bulanmış soğuk duvarları. Karanlık, el ayak çekerken dünyadan; yalnızca kendinden geriye gölgeleri bırakıverir unutulmamak adına!..
Sokaklar nefes alıp vermeye başlar derin bir uykudan uyanmışçasına, kaldırımların sırtları aceleci adımlarla çiğnenir yavaştan. İnsanların nefesleri ısıtmaya başlar çiğ düşmüş çimenleri. Kepenkler açılır besmeleyle, ilk siftah yapılıp bereketiyle cebe indirilince rızıklar, buharı henüz üzerinde olan bir tavşankanı çay alınır avuçların arasına ve boğazdan aşağı inince ısıtıverir insanın ruhunu. Güneşten ziyade samimi cümleler, selamlaşmalar ve sıcak gülümsemeler ısıtır üşümüş caddelerin duvarlarını.
Akrep ve yelkovanın hiç bitmeyecek olan kovalamacası da devam eder. Bu kovalamacaya bazen güneş şahitlik eder masmavi bir gökyüzle, bazen de ay tanıklık eder yıldızlarla birlikte. Derken vakit öğlene varınca minarelerden ilahi çağrı yankılanır şehrin birçok köşesinde. Her vaktin makamı değişse de çağırış sebebi aynıdır. “Rabbin seni huzura bekliyor!” diye!.. Onlarcası, yüzlercesi saf oluşturup kıyama dururlar. Aynı anda secdeye varır alınları. Avuçlarına saklı olan dualarını aynı aminle gönderirler Allah’a.
Güneş, küçük ama hızlı adımlarla dağların ardındaki bilinmeyen yurduna çekilirken şehrin de artık insanı yoracak kıvamdaki sesi birer kırıntıya dönüşür. Sabahki aceleci adımlar dönüş yolunda kendi halince sokakları arşınlar daha yorgun halde. Gök önce turuncuya bürünürken gri bir renge doğru devşirir kendini. Sonra her şeyi örten o gecenin karanlığı önce göğü sarmaya başlar ve derken hükmü bütün bir kente yayılır. Kuşlar saçakların altındaki yuvalarına çekilir, sokak lambaları şehri gözlemeye başlar. Kaldırımların taşlarına yalnızlıklar, umutlar, kırgınlıklar, yenilgiler işlenir. Kapılar kapanır aheste aheste, aynı sofraya oturulur hep birlikte. Perdeler çekilir pencerelerin ardınca ve bu defa karanlık gelince gölgeler kendi köşesine çekilip dinlenir. Ay ve yıldızlar geceye eşlik eder gün doğuncaya kadar.
Gün boyu yaşanılan tüm koşuşturma, telaş ve stres hanelerin dışında bırakılır. Yüzüne kapanır kapılar. Koyu bir gece sarıp sarmalar ruhun yaralarını. Kişi kendiyle baş başa kalır. Gün ne kadar kalabalıksa gece o kadar yalnızdır.
Her şey çekilip dinlenir kendi köşesinde. Hayaller yeniden kurulur, umutlar şafağın aydınlığına gizlenir, rüyalar görülür öncekiler unutularak!…
Ancak akrep ve yelkovan her şeyden bihaber kovalamaya devam ederler birbirleri sonsuzluğun kıyısınca!… Mevsimler gelip geçer, ağaçlar yaprak döker, kardelen başını çıkarır karın altından, güller yeniden filiz verir, toprak bereketiyle kucaklar insanı… Bunlar zamana aldırış etmeden kendi yolunda yürümeye devam eder…
Hayat böyle geçip gider lâkin iki nefes arasıdır ömrün uzunluğu.



