ÂŞIK:   ey yoluna can koyduğum

              sevgimle yücelttiğim

              kurban olduğum

              beni bir başıma koyup

              bensiz ellerde

              nereye nereye gidiyorsun? diye seslendi âşık, sevdiğine. Kız ki servileri andırıyor yürüyüşüyle. Akşam gezmelerinde ansızın Ferhatlar oluyor gözlerimde; mesut, biraz mağrur. Sonra Çiftlik Parkı’nda bir yaz düğünü oluyor tahayyülümde. Âşık devam eder serenatına; yumruk camda, cam damarda. Kızılca’da dere kenarına bırakılan boş bira şişelerinde aranan umutlara takılıyor gözlerim bir de giden sevgiliye.

            ÂŞIK:  bu ilçe sensiz ıssız

            bu can sensiz sessiz

            bu ilçe sensiz çekilmez

            can Karakoçan paramparça.  Dökülür billur kâseden sözler dile, dilden yüreğe akıp gider bir kaymak gibi. Nisan yağmurları nasıl düşerse toprağa öyle. İnciler saçılır sedeflerden. Tek pırlantalı yüzükler satılır kuyumcularda. Genç kızlar özlemiyle yanar tek taşın lakin yeryüzündeki en değerli taşlar dahi onun yokluğunun ayarında değil. Onsuz ayarsız bu yürek; dalsız, çulsuz. Neylersin Karakoçan? Karalığında bana da yer ver.

 ÂŞIK: duy beni,

kulak ver bana sensiz bu ilçe

           insansız, insanlığını kaybetmiş

           acılı, neşesini yitirmiş

           sönük, canlılığını zayi etmiş

           meğerse tüm kalabalığım

           senmişsin yüreğimde taşıdığım.

           yazık şimdi anladım. Feryat, feryat Silbus’a çarpıp dönen, Kuruca’ya ıska geçen. Feryadı andelibe (bülbül) sebep nevbaharmış. Gülün ezeli âşığıdır bülbül.Yaranıdır, tasasıdır, kadasıdır, belasıdır ezcümle. Kulubaba’da bir dardağan ağacı altında ilçeye bir akşam üzeri şiirler yazmak, Sefkarbaba’da gün doğarken ilçeye bir su gibi akmak ve sevgiliye Kalecik gibi yakın olmak isterim. Ey âşık, sözüne devam et. İnsanlığın yok olduğu noktada bir aşkın bitişi vardır. Âlemin özünde var olan bu maya insanın özünden gayrı mıdır?

ÂŞIK: elden ne gelir söyle

            sen orada ben burada

            perişan ikimizde

            gözyaşlarım ki teselliye yetmez beni.

            ey güneşim

            beni karanlıklara koyup

            aydınlığınla nereye gidiyorsun

            bil ki sana muhtacım

            ekmek gibi, su gibi, hava gibi. Fırıncı Cemal’in ekmeği, Munzur’un suyu, Silbus’un havası… Ve sazı elinde, sözü dilinde âşığımız; yüreği bin parça. Mektuplar yazardım sayfalarca, her bir cümlede bir hatıra. İnsanlığa seslenirdim ulu orta. Sevgili oldu mu yanınızda her taraf aydınlıktır, olmadı mı karanlık. Nimettir insana sevgili, muhtaçlığımız onadır ilkin. Onsuzluğa alışkın değil bu yürek.

ÂŞIK:   sana aşığım

            ey vakitsiz gidenim

            sensiz güneşsizim

            sevda tarlasında susuzum. Bektaşların tarlasında top oynardık ve naylon krampon plastik topla attığımız her gol sevgiliye adanırdı. Kızgın güneş altında balık tutardık sonra. Çekilen her olta sevgili uğrunaydı. Sevgilinin bir gün gideceğine ihtimal vermezdik. Şimdi bir Golan akşamı Peri Suyu’na su içmeye inen dağ keçilerinin yalnızlığı ve ürkekliğinde hayata tutunmaya çalışıyorum. Bir yanım akıp giden ırmak- ki hayata benzer- bir yanımsa dağ. Bu da hayatın omuzlarıma yüklediği onca bedele benzer. Vakitsiz giden sevgili dönmez bir daha, bilirim. Bal gibi de bilirim ama dile gelmez, yüreğe akıp giden bir yer altı nehri gibidir gözyaşlarım şimdi.

ÂŞIK: çatlamış dört bir yanım

          bir öpümlük su verenim olmaz

          sensiz insafsızım

          gözü dönmüş caniyim

          kendimin dışındayım

          insafın şefkatin nerede diye sorma

          insafım şefkatim sende kalmış. Küresel ısınmanın benim yüreğimdeki susamışlığın ve onsuzluğa çatlamışlığın yanında hiçbir şey olduğunu dile getirmeme, içimde büyüyen zehirli otların beni nasıl uyuşturduğunu ve canavarlaştırdığını göstermeme gerek var mı? Duygularımın katili ve kendimin celladıyım. Herkesin medenileştiği yerde barbarlaşıyorum. İşte sevgili bir açığım daha ortaya çıktı.

ÂŞIK: karanlığım sensiz

            trafolarım yanmış

            ziftten beter geceler gibiyim.

            kanayan yaralarım var

            fitil tutmaz, merhemsizim.

            sensiz bir leşim

            etini kurtların yediği

            terk edilmiş şehirler gibi

            yıkılıp yakılmaya yüz tutmuşum

            sen aşkımın Cengiz Hanı’sın.

            ey şefkatim, kadınım

            sensiz mezarlar gibi

            sensiz yaşayan ölüler gibiyim.

            sensiz ben bir hiçim. Bir şehri sarsıntılar içinde bırakan depremler yüreğimi tersyüz etti. Karanlığa akıttığım irinler arşa ulaştı.Viraneyim şimdi. Bağdat gibi bombalanmış, Suriye gibi parçalanmış bir haldeyim. Bosna’da açılan bir toplu mezar, Afrika’da akbabalara yem olan bir deri bir kemik kalan bebeğim. İçimde patlayan misket bombaları her bir hücremi tarumar etmekte, beni hiçliğin dünyasına misafir etmekte.

Hiçliğin başladığı noktada varlığın bünyesine intisap ediyorum.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol