Eskiden her evde takvimler olurdu. O hanenin demirbaş eşyalarındandı adeta. Duvar saatinin hemen altında, oda kapısının hemen yanında ya da göze çarpan bir noktada yerini alırdı sesini dahi çıkarmadan. Her bir günün manasını taşıyan takvim yaprakları vakti gelince koparılırdı yerinden usulca. Kuru bir yaprak misali düşerken dalından,  nereye savrulduğunu bilmeden bir köşede unutuluverirdi ya da yakılan sobanın içindeki odunların korları içinde küle dönüşürdü. Takvimler için mevsimlerin anlamı yoktu mesela, hepsi hazandı çünkü vakitli vakitsiz dökülürdü yaprakları birer birer…

İnsanlar da bir takvim yaprağına benzer aslında. Vakti gelince koparılıp rüzgârın önüne katılacaktır. Ne bir gün geç ne de bir gün erken!… Bugün de hayat denilen takvim yapraklarından kopan şair ve düşünce adamı Yavuz Bülent BAKİLER oldu. Türkçenin son önemli temsilcilerindendi. Düzgün ve pürüzsüz bir Türkçe ile konuşur ve beyaz bir kağıdın sayfalarına nahşederdi o naif sözlerini. Bizler o kelimeleri okurken onlar çoktan şiire dönüşüvermiş oluyordu.

Henüz edebiyat fakültesinin birinci sınıfında okurken, o zamanlar edebiyatın derin anlamının idrakine erememişken, Hazar Şiir Akşamları’nın onur konuklarından da biri kendisiydi. Yazdığı güzel şiirleri aynı güzellikte okuması o şiirlerin gönüllerde yer almasını kolaylaştırıyordu. O zamanlar kendisinin ne kadar büyük bir edebiyat adamı olduğunu henüz bilmiyordum. Edebiyat kelimesinin altındaki anlama erişince aslında değerli hazinelerden habersizce yaşadığımı fark ettim. Okuduğu bir şiirden sonra babasıyla olan anısını anlatırken gözleri nemlenmişti ki o zaman o duygu yoğunluğunu da anlayamamıştım çünkü o zamanlar yetimliğin hırkası serilmemişti omuzlarıma!…

Çok şiiri vardır ancak en çok bilineni “Şaşırdım Kaldım İşte” adlı şiiri herkesin dilinde ya da gönlünün bir köşesinde yankılanmaktadır. Bizler de üniversitede okurken onun bu şiirini sürekli mırıldanırdık hatta bazen yüksek sesle okurduk koridorlarda…. Onun şairliğini anlatmak veya yorumlamak bizlerin kaleminin kaldıramayacağı bir ağırlıktır ve haddi aşmak demektir. Röportajlarından aklımda kalan bazı cümlelerini hatırlatmak istiyorum sadece. “Kitapsız, kütüphanesiz evlerin mağara karanlığından hiçbir farkı yoktur.” demişti bir söyleşisinde. Okumayan ve okumadığıyla bir o kadar övünenlerin karanlığından bahsederdi. Karanlık bir odayı mumla aydınlatabilirsiniz fakat zihnin içindeki karanlığı aydınlığa çevirmek için okumak en temel şarttır. “Duraklar belediye otobüslerini beklerken bile cebimde taşıdığım kitabımı açıp okurdum. Kitap okumadığım her günü, her anı bir kayıp olarak görürdüm…”. Buna benzer nice cümleler dökülmüştü dilinden. 
“İlimde, sanatta, tarihte kayıtsız şartsız kendi köklerimize dönmeliyiz” burada da artık başka devletlere, kültürlere özenmekten kurtulmamız gerektiğini haykırıyordu. Kendi toplumundan kopuk olan ve onlara yüksekten bakan aydınları, akdemisyenleri eleştirirdi. İçinde yaşadığı topluma sırt dönülmemesi gerektiğini söylerdi. O yüzden ne yaparsak yapalım mutlaka kendi köklerimize dönüp, oradan filizlenip yeşermemizi salık verirdi.

(…)
Kimse kalmaz,
Can kuşum pervaz vurur yükselir
Bir hudâ bakî kalır
Âlem biter, herkes ölür
(…)

Bu dizelerle bitirelim yazıyı. Gün gelecek herkes gönül heybesine doldurduklarını yanına alamadan göçüp gidecek bu diyarlardan. Önemli olan kişiden geriye kalan o heybede güzel bir söz ve isim bırakmaktır. Yavuz Bülent BAKİLER de güzel şiirlerini gönlümüzün en hassas yerine, güzel ismini de edebiyatın gül kokulu sayfalarına nakşedip sonsuzluğa yol aldı. 

Rabbim rahmet eylesin!…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol