Ekim ayı; yaprakların, renklerin en güzellerine bürünerek birer yıldız misali toprağa düştüğü an’ları barındırır. Bu mevsim her zaman hüzünlendirir insanları, yaşı kaç olursa olsun. İşte yaprakların dallarından ayrıldığı bu ekim ayında birer gün arayla iki farklı değer de bu dünyadan göçüp gitti. Biri çok uzun zaman oldu ayrılalı, diğeri ise birkaç yıla dahi kavuşmadı ama yine de acıları taze kalavak gönüllerde. İkisinin de uğruna mücadele verdikleri ve buna ömrünün sonuna kadar sıkı sıkıya bağlı kaldıkları inançları vardı.

Bunların ilki 18 Ekim’de yaşamını yitiren “Kudüs Şairi” olarak bilinen ve Yedi Güzel Adam’dan biri olan Nuri Pakdil’dir. Şiirlerinde Kudüs’ten çokça bahseden şair “Kudüs Aşığı” olarak da adlandırılabilir aslında. Yüreğinin yarısını Mekke’ye ayırmış, bir diğer yanını da Medine’ye ayırmış ama onları da himaye eden ve üzerine ince bir tül gibi serdiği Kudüs’ü vardır. Yani yüreği diğer kutsal şehirler arasında pay etse de onların hepsinin üzerinde Kudüs’ü tutmuştur daima. 

O, ilk öğretmen olarak 

Hz. Muhammed(S.A.V)’i görmüştür ve onun da izinde yürüyerek etrafını aydınlatmaya çalışmıştır. “Kuşkusuz en etkili ve evrensel silah kelimedir. Okumadığın gün karanlıktasın.” derken aslında bir Müslüman’ın ibadet kadar ilme de yönelmesi gerektiğini savunur. Karanlıktan kurtulmanın yolu okumaktan geçer. Yani ilk emri tebliğ etmektedir. Çölün ortasında bir gül olan peygamberimizin kokusunu asırlar sonrasında bile duyabilen biridir.

Diğer güzel yanı ise Yunus’un “Çalabın tahtı” dediği kalbe önem vermesiydi. İnsanları ellerinden değil yüreklerinden tutmamız gerektiğini söylüyordu bir cümlesinde, “İnsanı kalbinden tutamadınız mı görün, bakın nasıl kayıp gidecek elinizden.” Sözlerin gücüne inanan ve onlarla bir kalbi fethetmeyi öğüteyen biriydi. 

Son olarak da “Batı’ya bakmaktan boynu tutuldu bu milletin.” diyerek bizleri doğru yolun kendi benliğimize ve değerlerimize doğru yapacağımız yolculuğun kurtaracağını ve düze çıkaracağını söylüyor. Yani tarihine bakıp küllerinden doğmak istiyorsan Anka misali olman gerektiğini söyler. Sahip olduğun geçmişe bakarak geleceğine doğru yürümelisin. Devraldığın mirasın ne olduğunu bil!!!

Kaybettiğimiz diğer değer ise 19 Ekim’de ebediyete göç eden ve “Bilge Kral” olarak adlandırılan Aliya İzzetbegoviç’tir. O da ömrünün çoğunu Bosna’yı kurtarmak ve yaşatmak için harcadı. Yıllarca Batı’nın gözü önünde yapılan soykırıma direndi ve sonunda bu insanlık dışı olaydan sıyrılarak aşığı olduğu Bosna topraklarını kandan temizlemeyi başardı ancak toprağa dökülen sadece düşman kanı değildi, kendi evlatlarının da kanları vardı bu toprakların derininde. Onu bilerek kuruyan toprakları tekrar yeşillendirmeye ve bereketlendirmeye çalıştı. Şu sözü çok önemlidir onun da,

“Savaş, ölünce değil; düşmana benzeyince kaybedilir.” 

Kazanabilirsin savaşı ancak kendinden uzaklaşıp düşmanın değerlerini yaşamaya ve yaşatmaya başladığında harp alanında mağlup ettiğin düşmana kendi benliğinde kaybedersin. Asıl savaş işte meydandan çekildikten sonra başlar. Uğruna mücadele verdiklerinden vazgeçerek karşısında durduğuna inanmak, verilen mücadelenin boşa gittiğini gösterir.

İnsanların doğruya ulaşacağına inandığı şeyin inancında yani İslamiyet’te olduğunu şöyle ifade ediyordu.

 “Gökyüzünün öğrencisi olmadan yeryüzünün öğretmeni olamazsın.” 

O’nu tanımadan kendini tanıyamazsın ve O’nun öğrettiklerini bilmeden doğruyu kimseye öğretemezsin. Önce göğe bakacaksın sonra olgunlaştıkça bir başak misali önüne eğeceksin başını ve o ruh haliyle öğreteceksin, seni boynunu mütevazi şekilde eğen doğruları.

Yaşanılan bu soykırımda Batı medeniyetinin üç maymunu oymamasının yanında dost bildiklerinin de yüzlerini başka yöne çevirmesini içerlemesini

 “Her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil; dostlarımızın sessizliğidir.” 

Bu da maalesef bir zülmü görünce onu kınaması gereken dostlarının sessizliğinin birçok yaradan daha derin izler bıraktığını ifade ediyor. İşte o izlerin geçmediği gibi sızısı da bir ömür olur, yürek attıkça.

Ama her şeye rağmen İslamın hoşgörüsünü de ifade etmekten vazgeçmemiştir. “Sloganımız şu: Kendinden olanı sev, ötekine saygı göster.”

Zaten aslolan da bu değil mi? Yunus ve Mevlana da anlatıp durmadı mı yıllarca bu hoşgörülü duruşu?

Anlatmaya çalıştığım bu koca yürekli ve dava adamlarının sözlerinde de bir Yunus Emre, bir Mevlana tadı var ki onların da beslendiği kaynaklardandır. 

Düşen her bir yaprak aslında bir tohum görevi görür ve bahar için yeniden filiz verir toprakta. Onlar gittiler ama düşünceleri bu topraklarda filiz verip yeşermeye devam edecektir. 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol