1989 yılı yapımı bir film varıdır; 

“Ölü Ozanlar Derneği”

Orada sıklıkla kullanılan bir sözcüktür 

“carpe diem!” Anı yaşa...

Verdiği eğitimin yanında, öğrencilerini disipline etmesiyle bilinen bir okul. O okuldan mezun olanlar, hayatlarını idame ettirmelerini sağlayan bir meslek sahibi olurlar. 

Kimi doktor, kimi avukat, kimi mühendis...

Söylendiği zaman kulağa hoş gelen ve insanlarda saygınlık hissi uyandıran mesleklerdir bunlar ancak işin ilginç yanı ise bu meslekleri çocukların değil, onların ailelerinin seçmesidir. Bu sadece filmde değil, gerçek hayatta da böyledir. Belki hayat şartları bunu gerektiriyordur. Herkes evladının maddi sıkıntı yaşamadan hayatını idame ettirmesini isteyecektir elbette ancak çocukların cüzdanlarını doldururken ruhlarını boşaltmayalım...

Filmde o yıl okula yeni bir edebiyat hocası gelir ve ilk dersten çocukların gözlerinin içine bakarak onların ruhuna dokunuyor. Her dokunuş oradaki cevherin ortaya çıkmasını sağlıyor.

“Tıp, hukuk, bankacılık bunlar hayatı sürdürmek için gereklidir. Peki ya şiir, romantizm, aşk, güzellik? Bunlar ise uğruna hayatta kaldığımız şeylerdir.” 

Her edebiyat dersleri çocuklar için kendini arama ve bulmaya dönüşmüştü artık. Sözcüklerle kol kola girip yürümeye, dans etmeye başlamışlardı. 

“Sizlere neler söylendiğinin önemi yok. Sözcükler ve fikirler dünyayı değiştirebilir.”  

Sözcüklerin gücü keşfetmeye başlamışlardı. Hepsi ailelerinin onlar için düşündükleri ve planladıkları gelecek için çalışıyorlardı ama hiçbiri mutlu değildi. Kimi oyuncu olmak istiyordu, kimi yazar, kimi aşık... 

Hiçbirinin bunları ailelerine söyleyememeleri ve kendi iç dünyalarında yaşamları...

Sonunda bir öğretmen gelip onların duygularına tercüman olmuştu, gönüllerine dokunmuştu ve bunu yaparken de maddiyattan değil ruhtan bahsediyordu.

Hayal ve bununla birlikte umut, insanı hayata bağlayan temel unsurlardandır.

Onlar olmazsa yaşamın hiçbir amacı kalmaz.

“Eğer insan, güvenle hayallerinin peşinden giderse, hiç beklemediği başarıyla karşılaşır.”

Onlara hayallerinin peşinden koşmalarını söylüyordu.

Sabırla koşun ve mücadele verin ancak o zaman gerçek mutluluğa ulaşırsınız...

Hayallerinin peşinden koşmalarını öğretmeliyiz çocuklara. Kurduğu hayalin saçma olduğunu söyleyip sadece kendi doğrularımızla onları bir kalıba sokmaktan vazgeçmeliyiz.

Ruhlarına pranga vurmayı bırakıp kanatlanmalarına izin vermeliyiz.

Bıraklım gökyüzüyle tanışsınlar, hayata farklı pencerelerden baksınlar. 

Yağmurun altında yürüsünler, bir papatyanın yapraklarında aşkı arasınlar, bir gülü koklasınlar, karın beyazlığına vurulsunlar, bir gönüle girsinler, şiirin satırlarında kaybolsunlar, bir romandaki aşkın peşinden koşsunlar, bir sevgilinin elini tutsunlar, gökkuşağının renklerine bulansın gülüşleri...

Onlara bunları yaşamalarını öğretirken bizlere düşen asıl görev ise insanlara ve hayata karşı saygılı olmalarını öğretmek.

Pervasızca değil, sevgiyle, saygıyla, merhametle, güzellikle...

Filmdeki asıl cümle şuydu bana göre;

“Vakit varken tomurcukları topla.

Zaman hâlâ uçup gidiyor ve bugün gülümseyen bir çiçek, yarın ölü olabiliyor.”

Hayat kısa....

 Anı yaşa...

 Hayallerinin peşinden koş...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol