Toplumsal denklem içinde iletişim ilişkileri güçlü ve başarılı insanlara “egolu” veya “egosu güçlü” yaftasını yapıştırmayı fark etmeden yaparız.

Aslında “Egosu güçlü” derken tekrar tekrar düşünmekte fayda vardır.

Ego, toplumun bize düşündürdüğü gibi kibirli ya da ukala demek değildir.

Şayet bir kişiye kibirli, ukala, bencil demek istediğimizde egomuzu biraz dinlenmeye alarak hangi kelime ukalayı karşılıyorsa o kelimeyi kullanalım.

Bireydeki ego, o bireyin güçlü bir kişilik sahibi olma ve uzlaştırıcı bir kişilik özelliğini vurgular.

Çevremizden, medyadan ve sürekli etkileşimde olduğumuz kişilerden Ego kavramını sıklıkla duyarız.

Ego kavramı, Sigmund Freud tarafından tanımlanan “id, ego ve süper-ego”, insan zihninde birbirleriyle etkileşime giren üç katmandan oluşan kümelerdir.

“İd”, insan ruhunun içgüdü ve dürtülere bağlı bölümünü ifade eder.

Sadeleştirmek gerekirse; id, hayattaki bütün temel ihtiyaçlarımız ve isteklerimiz doğrultusunda hareket etmek ister ve olayların-olguların sonuçlarıyla ilgilenmez.

“Ya hep ya hiç” hayat modelleme rolü üstlenen çocuk gibidir.

Bireyin ilk ruhsal aygıtı İd, benliğimizin en eski ve en ilkel parçası olduğu kabul edilmektedir.

İçgüdülerimizi ve doğuştan getirdiğimiz her şeyimizi bu ilkel benliğimiz içermektedir.

İd, benliğimizin karanlık tarafıdır.

Ego, benliğimizin gölge tarafı ve Süper-ego ise ışık tutan aydınlık tarafı olarak kabul edebiliriz.

Platon’un Devlet eserindeki Mağara Alegorisine benzetebiliriz.

Ego, Latince kökenli bir kelimedir.

Anlam olarak “benlik”, “bencillik” ve “ben” gibi ifadeleri karşılamaktadır.

Ego, doğuştan getirdiğimiz kişisel özelliklerimizi koruyarak bilinçaltı isteklerimizden bazılarına izin verme halidir.

Egonun en temel özelliği İd ile Süperegonun çatıştığı noktalarda (toplumsal kurallar) uzlaşmayı sağlaması denilebilir.

Ego’nun olduğu yerde hem İd hem Süper-ego olmalıdır.

Ego alacağımız kararlarda kontrolümüzü sağlayan davranışlarımızı biçimlendirir.

Ego, İd ve süper-egonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan bir hakem görevi görmektedir.

Süper-ego, baba figürünün, otoritenin ve kültürel (geleneklerin) içselleştirilmiş bir sembolüdür.

Süper-ego ise, zaman sürecinde egonun bir parçasının dönüşüme uğrayarak toplumsallaşma ve değerlerle ilgili olarak evrimleşir.

Evrimin sonucunda gelişen parça süper-ego (üstbenlik) dönüşerek evrimleşir.

Hepimiz doğduğumuzda ayıp, yasak, günah, başkalarının hakkı,saygı gibi kavramlara sahip değilizdir.

Haz ilkelerimiz yaşamımızı yönlendirir.

Süper-ego yaptıklarımızı yorumlama yanında, yapabileceklerimizin de olası sonuçlarına göre değerlendirerek olumlu (toplumun kuralları) davranışımızın ortaya çıkmasını denetler.

Süper-ego, ahlaki normlar ve vicdani değerlendirmemizi doğumuzla birlikte edindiğimiz toplumsal değerlere göre yapmaya çalışır.

Örneğin: Bir davete gittiğiniz mekânda açsınız ve yemek servisine daha üç (3) saat vardır ve daha çok acıkmışsınızdır.

İd bize “Bana yemek ver!” güdülemesi yapacaktır en kaba haliyle.

Süper-ego ise “Burada yalnız değilsin, burada diğer misafirlerle birlikte geldin, onlarla birlikte yemek yemen lazım, yoksa ev sahibine ve diğer misafirler karşısında ayıp bir davranış olur”, komutu verecektir.

Egonun buradaki görevi İd yemek isterken, Süper-ego toplumsal ahlak ilkelerini hatırlatır.

Ego, İd ve Süper-ego arasındaki çatışmayı uzlaştırarak, neden-sonuç ilişkisini oluşturarak her ikisine kabul ettirmeye çalışacaktır.

Ego’muz bize sabırlı olmanın getirilerinin eğiticisi gibidir.

Yaratılıştan getirdiğimiz ilkel varlığımız olan hazlarımız- korkularımız asıl benliğimizi oluşturur. İnsanı, toplumsal bazda bir üretilmiş ürün gibi düşünürsek bireyin ilkel benliği o ürünün ham maddesi gibi düşünebiliriz.

Örneğin: Ekmek yapmada kullanılan ilk ham madde buğdaydır.

Buğday olmadan ekmeği yapabilmek mümkün müdür? Mümkün değildir.

Ekmeğin hamurunu yapmada olmazsa olmaz kullandığımız su ve hamurun kabarması için kullanılan maya yine ilkel benliğimiz İd için temel maddelerdir.

Süper-egoyu ekmeğin pişmesi için gerekli olan ateşi barındıracak bir fırın veya geleneksel pişirme yöntemi tandır usulü pişirme yöntemine benzetebiliriz.

Ekmeğin pişme sürecine etki eden fırındır ama ekmeğin pişmesini sağlayan unsur ise ateştir.

Ateşi egomuza benzetebiliriz.

Freud egonun gerekliliğine vurgu yaparken egoyu kendi küllerinden yeniden doğan, öldükten sonra dirilmenin sembolü olan Phoenix kuşuna benzetir.

Toplumsal denklem içinde uğradığımız bir başarısızlık karşısında vazgeçmiyor ve var olma mücadelesine devam edebilmemiz EGO’muzun güçlü olmasına bağlıdır.

Size, “egolu” dediklerinde bir kez daha kendinizi kutlayın.

Çünkü, EGO’muz OLMASAYDI, OLMAZDIK.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol