İnsan dediğin nedir ki..?
Bir avuç toprak ve birkaç damla su…
Yaratıldığı toprağın altına gideceğini unutarak yaşamaya devam eder bu dünyada kendi bencilliğiyle insanoğlu.

Her şey zamanla daha modern ve insanın hayatını kolaylaştıracak şekilde gelişmeye devam ediyor ancak bunun yanında insan kalitesi gittikçe daha aşağıya indi. Yaşam standartları ne kadar yükseldiyse bencilliği de  o kadar arttı insanın. “Ben” kelimesini diline dolayarak yaşamaya başladı. Ölmeden önce nefsi öldürmek denilen bir tabir vardır inancımızda ve bu da insanın dünyevi istekleri en aza indirgeyip ruhunu yüceltmek anlamına gelir ancak şu anda ruhları ve kalpleri ölmüş, sadece nefsi için yaşayan bedenler var.

Kendisine modern çağ(!) denilen bu asırda zulümler ve işkenceler gibi daha nice gayri ahlâki eylemler ayyuka çıkmış durumda ancak işin asıl kötü yanı ise bunun artık normalleştirilmesidir. Hatta bunu yapmayanların ya da bunlara tepkili olanların belirli zümrelerce toplumdan dışlanması değinilmesi gereken başka bir nokta. Avrupada birçok ülkede, Filistin’de yapılan zulmü eleştirdiği için tepki gösterilen, sesi kısılan, sınırdışı edilen insanlar var. Üstelik ifade özgürlüğünün olduğu ülkelerde bunlar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.

Herkes yaptığı bir zulme kılıf buluyor, bu da doğal tabi, ancak yapılan zulme sessiz kalanların öne sürdüğü bahaneler kabul edilir değil. Kimse kendi konfor alanından çıkmayıp onun bozulmasını istemiyor. Böyle bir vurdumduymazlığın sonunun nereye varacağını ise düşünmek insanın yoran ayrı bir şey.

Yaşanılanlarına sessiz kalanlar veya bu olanları normal karşılayıp hatta destekleyenlerin empati yapma özellikleri bitmiş halde. Kendi çocuğunun tırnağı kırılsa her yeri ayağa kaldıranların;  tozun toprağın içinde, vücudu yara bere içinde olan, ruhsal anlamda paramparça olan ve koca bir soykırımın ortasında kalan bir çocuğun içler acısı durumu görünce tepki vermemesi; yaşanılanlara sıradan bir fotoğrafa ya da bir film sahnesine bakar gibi bakması anlaşılır gibi değil. Herkes bu yaşanılanların tam ortasına kendisini ya da sevdiklerini koyarak birkaç dakikalığına düşünmeye çalışsa eminim ki olaylara bakış açısı ve tepkisi tamamen değişecektir.

Evine yiyecek bir şeyler götürmek için çıkıp saatler sonra döndüğünde evinin bombalarca yıkıldığını ve ailesinin tüm fertlerinin o duvarların altında kaldığını gören bir babanın gözyaşlarının hesabını verebilecek miyiz? Gözlerinin önünde evladının açlıktan ölen bir annenin yüreğine düşen kor parçasının hesabını verebilecek miyiz? Annesini ve babasını kaybedip yetimliğin, öksüzlüğün tam ortasında kalan bir çocuğun yalnızlığını giderip, ruhundaki yıkıntıları onarabilecek miyiz? Bunun gibi daha nice acılar yaşamış insanların çektiği acıları görmezden gelmeyip İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca misali imkanlarımız dahilinde mücadele edip yardım etmeye çalışsak en azından vicdanımızın haykırışlarını dindirebiliriz. Sessiz kalma, sessizliğin sesi ol!

Şimdi Berat Kandil’i, ellerimiz göğe açarak yaradandan bir şeyler isterken avuçlarımız temiz olmasına dikkat edelim.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol