Sosyal mecralara değinmek istediğim bu yazımda sizlere bu konunun tehlikesini kaleme almaya çalışacağım. Alman sosyolog ve filozof Georg Simmel, “modanın zafer anı, aynı zamanda ölüm anı” demiştir. Bir ürün toplumun tüm kesimlerine ulaştığında artık yok edilmelidir ki yeni ürünlerin önü açılsın, açılabilsin.

Hiçbir şirket on sene kullanılan telefon veya beş sene giyilen tişört üretmek istemez. Daimi tüketim kapitalizmin ibadetidir. Simmel’in bu muhteşem tespiti sosyal mecralar içinde geçerlidir. Birlikte olduğunuz, anneniz veya babanız ya da çevrenizde etkileşim içinde olduğunuz kişiler tarafından onların gözünde sosyal mecralarda önce “moda” olursunuz.

Önce sizi saatlerce sıkılmadan izler, entelektüel birikimlerinizden yararlanır, sırlarınızı ve zayıf noktalarınızı öğrenir, benliğinizi keşfetmeye çalışırlar.

Sizin yerinize daha aktif ve tüketilen bir şey geçince doğal olarak “demode” olmaya başlarsınız. Bu durumun cinsiyetle veya kişilikle ilgisi yoktur. İnsan doğası gereği tüketime ve yeniye meyillidir. Çünkü kapitalizm doygunluktan nefret eder ve açlığa ihtiyaç duyar.

Eğlence, yeme-içme ve giyim sektörünün devleşmesi için sürekli tüketime yönelmeliyiz. Çünkü hem kendi imajımızı taze tutmalı hem de tüketimi desteklemeliyiz. En önemlisi de iyi hissettiren gösterişli hayatı, sek sek oynayarak geçirdiğimiz gibi görüntüye dönüştürmeliyiz…

İyinin daha iyisi her zaman bulunabileceği için, dijital mecralarda sürekli “Kim ne yapmış? O da bir şey mi! Ben daha iyisini yapmam gerekir.” düşüncesiyle gözlerimizi daha da açık tutmalı, amiyane tabirle “tüketimin yedekleme sistemini” devreye sokmalıyızdır.

Materyalist dijital mecralar hipergerçeklik içinde bizlere büyülü dünyaların aktarımını sunmaya böylece devam edecektir. Ne de olsa tüketen gibi görünen ama tüketilen duygularımız farkında olmadan mutluluk ya da neşe imajını bürünmeliyiz.

Örneğin Instagram, Facebook, Snapchat gibi web siteleri tam da kendini üret, göster ve tüket, imajını yaratmamız amacıyla kuruldu. Buraya kadar her şey doğal sayılabilir. Fakat sosyal mecraların bizlere narsist tutum sergileme güdüsüne yönlendirme için yapılandırıldığını söylemek yanlış olmaz. Bizimkinden daha parlak hayatları gece gündüz röntgenlememiz ve bu hayatların bizatihi bizim yorum ile beğenilerimize muhtaçlık için üretilmiş olması, milyonlarca narsist tutum davranışını benimseyecek olan kitle yaratma tehlikesini beraberinde getirecektir. Jacques Ellul Sözün Düşüşü eserinde imajların buyurucu olduğuna dikkat çekmektedir. Kapitalizmin eşitliğini yakalama dengesizliği içinde imaj rekabetinin lideri olmamız ya da pes edip sessizce bunalıma girmemiz kaçınılmaz durumdur aynı zamanda. Antik Yunan mitolojisinde Paris’in kendisine teklif edilen elma oyununda üç güzelden biri olan Afrodit’i seçerek Tanrıça Hera’nın gazabına uğraması gibi sürekli özçekim (selfie) paylaşan, narsistik tutumun  ikili ilişkilerde ve arkadaşlık ilişkilerimizin yara almasındaki payı kaçınılmazdır.

Bu sözlerim biraz da kendime… Ruhumuzu sanal beğenilerle beslemekten vazgeçmek gerekir. Bunu söylemek çok kolay dediğinizi duyar gibiyim: Evet! “O yapıyor. Ben neden yapmamayım.” güdüsü içinde akan bir nehirde kendimizi suyun akış gücüne bırakmak boğulma tehlikesini anlamadan duygusal çöküşe varış gibidir.

Kapitalizmin yaratımı, görselliğe ve maddiyata dayanır ki “materyalist benlik”, bilinçaltımıza işlemeye, işletilmeye devam ediyor. Ne de olsa kapitalizm durağanlığı sevmez. Çünkü durağanlık tüketilmeyen ölümle kardeştir. Bu noktada Karl Marx’a değinmeden olmaz. Şöyle seslenir bize Marx: “Herkes kendi özel çıkarını ve yalnızca kendi özel çıkarını takip eder; bunun aracılığıyla, istemeden ve bilmeden herkesin özel çıkarına, genel çıkarlara (sisteme) hizmet eder. Espri, herkesin kendi özel çıkarını takip etmesiyle özel çıkarlara, öyleyse genel ulaşılmasında yatmaktadır.” Marx günümüzden yıllarca önce sosyal mecralardaki değişimin soyut olan boyutunu bizlere sunmaktadır ki, çoğunluğun genellikle yanlış olduğunu düşünülebilir.

Sosyal mecralar Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın “hipergerçeklik” olarak tanımladığı bir yanılsama yarattı. Belki de Jacques Derrida’nın yıllar önce vizyoner bakış açısıyla bizlere aktardığı gibi “Anlam var olunca, göstergeden başka bir şey yoktur.” vizyon belirteci bizlere günümüzde sosyal mecralardaki “gerçeklik, yanılsama olduğu unutulan bir yanılsamadır.”    

Yaratılan dijital bu çağa uygun olarak evimizde ve cebimizde teknolojiler var, hepsinden yararlanmalıyız. Dijital çağın toplumu olarak evrimimizi en rasyonel biçimde sürdüreceğiz.

Fakat hatırlatmakta şöyle bir yarar var ki; hepimiz bir başkası için demode olmak için moda olmaktayız. Hiç kimse ve hiçbir şey daima zirvede kalamaz. Dijital yaşamın anlamı zirve değil, daha aşağılarda, belki de yerin bilmem kaç metre dibinde kendi içimizde saklıdır.

Dijital mecralar acı ve kederi olgunlaştırırken; imajın ve üzerimize giyindiğimiz ambalajın anlamını yitirdiği, sevdiğiniz insanlarla sıkıcı bir akşam, sıkıcı bir film izlemenin kıymetinin anlaşıldığı yalnız ve ölü çukurlara dönüşmektedir. Sanırım, Derrida’nın bakış açısıyla gösteren olmayınca anlam yorumlanabilir gerçekliğe bürünebilir.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol