İnsanların bazı mecburiyetleri olmadığı müddetçe bir araya gelip zaman geçirmeleri günden güne zorlaşmakta.

Küçük bahanelerle de bunları gerçekleştirirdi eskiler.

Muhabbetin o sıcaklığına sarılırlardı günün yorgunluğunu atmak, derdi tasayı biraz olsun unutabilmek için.

Şimdilerdeyse ya bir taziye evinin çatısı altında ya da bir bayramın o mubarek havası etrafına toplanılır oldu yalnızca.

Bahanelerden ziyade mecburiyetlikler toplanmaya sebebiyet vermeye başladı.

Bu da aslında çalışma hayatının getirdiği bazı sorunlardan kaynaklı olabiliyor.

Artık çalışan bireyler tatillerini bulabildikleri küçük boşluklara denk getirmeye özen gösteriyor ve maalesef bizim toplumumuzu bir arada tutan ve bağları kuvvetlendiren özel günlerden olan bayramlar da bunlardan nasibini almaya başladı.

Bayramlar büyükleri ziyaret etmekten çıkıp tamamen tatil planlarının yapıldığı özel günlere döndü.

Deniz kenarında ya da bir yayla evinde geçirilen birkaç günlük tatil akraba ve büyükleri ziyaret etmekten daha değerli olmuş durumda.

Elbette yapılan bu tür tatiller de gerekli insanın ruhsal be zihinsel olarak deşarj olası için ama sürekli hâle gelmesi farklı sorunları kendisiyle getirebilir.

Çocuklar da bu değişen kültürle büyünce nasiplerine düşeni almakta,  bağlar günden güne zayıflamakta aile bireyleri arasında.

Geniş aile yapısından çekirdek aile yapısına dönüşüp yalnızlığa doğru adım adım ilerlemekte.

Çoğu akranlarını ve büyüklerini tanıyamadan büyümekte maalesef.

Sorsan kimse pek hatırlamaz ilk bayramları, büyükleri ziyareti, harçlık veya şeker aldığı yaşlıları.

Yaşlıları ziyaret ettiği vakit onların yüzündeki hasretliğin sonucundaki mutluluğu.

Halbuki dara düşüldüğü zaman çalınan ilk kapı hep onların olmamış mıdır?

 O zaman neden bu gönülleri sadece dara düşünce arıyoruz? 

Asıl güzelliklerin onların yanlarında barındığını neden unutuyoruz?

Çocukken yaşanılan bayramların tadını hiçbir vakit bulamayışımız o heyecan ve gençliğin artık damarlarımızda olmayışındandır.

Alınan o bayramlıkların sabahlara kadar uyutmayan heyecanı, öpülen ellerden alınan ilk harçlıklar, kapı kapı çalınıp toplanan şekerler, bayram namazı sonrası mezarlık ziyaretinde okunan dualar...

 Çalınan kapıları açan yüzlerde samimi bir gülümseme asılı durur, ellerinde bayramın tadını damaklarımıza ulaştıran şekerler...

Başları okşayan o eller ise baha biçilemez değerde...

İlk bayramımı hatırladığım vakit hep güzellikler gelip durur zihnimin en masum yerinde...

Anneannemlerin o kocaman evlerinin odasında toplanmıştı herkes.

Köy yerinde hemen herkes çalıverir birbirinin kapısını, küslükler unutulurdu genellikle.

Odayı enlemesine kaplayan boydan boya bir sedir vardı tahtadan yapılmış olan.

Diğer duvarların dibinde ise minderler seriliydi sıra sıra.

Herkesin üzerinde almış oldukları yepyeni bayramlıklar.

Yüzlerdeyse bayrama kavuşmanın getirdiği o huzur.

Önce kolonya tutulurdu, ardı sıra şeker dağıtılırdı.

Bu da evin küçüğünün kutsal göreviydi. Sofralar hazırlanırdı Halil İbrahim’in bereketinin olduğu.

-Zaten beteketli olan anneannemin sofrası bayramda apayrı bir berketle bezenirdi-  Kimseye “Aç mısın?” diye sorulmazdı.

Sofralar kurulurdu ve aç olan veya olmayan oturup bir iki lokma da olsa atıştırılırdı, o bereketten nasiplenebilmek için.

Hepsinden güzeli ise yüreklerden dökülen kelimelerin ortaya çıkardığı o samimi ve sıcak muhabbetlerdi.

Kimsenin yüzü asık olmazdı, belki biraz uyku mahmurluğu olurdu erken uyanmanın verdiği hâldi o da.

Her ev dolaşılırdı teker teker hiç yüksünülmeden.

Bizler de şeker toplamak için çıkardık erkenden, sokaklara dalardık hep beraber.

“Kim daha çok toplayacak” yarışına girerdik.

Yarışın sonunda ise topladığımızı yine kendi aramızda bölüşürdük.

Kimin çantasında eksik varsa orayı tamamlardık.

İlk gün yediğimizi yerdik geriye kalanlar ise bayram sonrası için depolardık çocuk aklımızla ama onların da ömrü fazla olmazdı.

İlk bayramımı hatırladığım anneannemin evine bakınca hüzünlenirim şimdilerde hem de fazlasıyla... 

Pencereleri kapalı, kapısı kilitli...

İlk bayramım o kapının ardında saklı şuan.

Evin bir köşesinde oturmuş öylece beklemekte...

 Anneannem göç eyleyeli bu diyarlardan çocukluk bayramlarımı da kendisiyle götürdü.

Bayramlarda çabucak büyümek isterdik büyüklerimizin ardı sıra dolaşabilemek için hane hane ama şimdi bakıyorum da keşke kalıverseydik çocuk halimizle bayramlıklarımızın içinde.

Tek derdimiz faha fazla şeker toplamak olsaydı...

Şimdi de kapımızı çalan eş dost var çok şükür ve muhabbetlerin devam ettiği, küslüklerin unutuldu bayramlar da.

Elinde çantası veya poşetiyle gelip şeker toplayan çocuklar.

Onlat var olduğu müddetçe bayramlar anlam kazanır.

Kıymetini bilin çocukluğunuzun.

O poşetin ağzını sıkı sıkıya bağlayın, bağlayın ki uçup gitmesin elinizden çocukluğun verdiği bayramların tadı.

Zaman her şeyi alıp götürünce onlar kalacak geriye.

Yenilen hiçbir şeker aynı tadı vermeyecek bir daha...

Çocuklarımızı bayramlarfa tatil köylerine değil büyüklerimizin yaşadığı köy veya kentlere götürelim.

Kendilerine ait olan kültürün ne olduğunu bilerek ve onları yaşataral büyüsünler.

Yoksa kapıyı çalacan çocuklar sadece anılarda kalacak!!!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol