Kalp, her dönemde edebiyatın ve tabi ki hayatın merkezinde yer almıştır. Çoğu yazarın ya da şairin ona yüklediği anlam farklı olsa da onun işlevi her zaman aynıdır. Zaten dilden dökülen sözlerin kaynağı orasıdır. Söz yoktur ki oranın ateşiyle harmanlanıp tavında dövülmemiş olsun. Akıldan çıkanlar bir mantığa bürünse de kalpten süzülüp çıkanların tesiri hep daha fazladır. 

“Her kalp, içindeki çiçeğin kokusunu verir.” demişti Abdulkadir Geylani. 

Yani kalbin denizinden çıkıp da dil denilen kıyıya vuran her ne ise denizin içinden gelendir. Sözün iyisi de kötüsü de kaynağını oradan alır. Kimi sözlere gül kokusu sinmişken kimileriyse çekilmez bir tat bırakır damakta. Yani niyetinizi gizlemeye çalışsanız da dökülen kelimelerin gizlediği mana sürgün verir tomurcuğunda.

Orası sadece bir et parçası değildir. Orası çalabın tahtıdır Yunus Emre’nin deyişiyle. O yüzden oranın kapısını kime açtığınız çok daha önemlidir. Çünkü o tahtın gerçek sahibi belli ve oraya layık olmayana da orada yer vermek pek doğru olmaz. Orada bazen bir dosta, bazen bir sırdaşa, bazen anaya, bazen babaya, bazen dünyaya yer verilir ama orada en çok pay sahibi olan yâr’dır! Kime kaptırdığınıza dikkat edin!

Neşet Ertaş da orasını şöyle tarif eder:

“Orası, taşa toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer.”

Bir aşığın tarifi de ancak bu kadar güzel ve zarif olur. Bu topraklarda yetişen her gülün kokusu asırlar öncesinden gelip asırlar sonrasına ulaşır. Dediğim gibi orası öyle bir yerdir ki herkese emanet edilmez. Öyle bir emanetçi olmalı ki orada o tahtın en güzel sahibi olmalıdır yaradandan sonra.

Sadece bizim topraklarımıza baktığımızda bile binlerce mana taşıdığını görebiliriz ancak onun evrensel bir özelliği olduğu için dünyanın her yanındaki şairler , yazarlar ona gereken önemi vermiştir.

“İnsan kalbinde ne taşıyorsa dünyayı öyle görür.” diye ifade etmiş Goethe. Mekan, zaman ve kişi değişse de o hep aynı sözünü söyler durur. Aslında o bir zikir halindedir, onu duyabilen, ona eşlik ettiğinde zaten bu dünyanın göz boyayan nimetlerini kenara itip gerçek manaya ulaşmaya çalışır. 

Aslında hepsi dönüp dolaşıp aynı noktaya varıyor. 

“Ne varsa gönülde o dökülür dile.”

Hayata bakışımızı, olayları yorumlayışımızı, dinlediğimiz şarkılara yüklediğimiz anlamı, bir çiçeği koklayışımızı, bir yağmur damlasının ılıklığını, sonbharın hüznünü, okuduğumuz bir şiirden çıkardığımız anlamı... hepsi onun gölgesinde yetişir...

Zıtlıklar üzerine kurulu olan bu dünyada her güzel şeyde olduğu gibi kalbin de büyük düşmanı vardır elbet: kibir!!!

Orada misafir edilmeyecek tek şeydir belki de çünkü onun bir zerresi bembeyaz bir sayfayı kirletmeye yeter de artar bile. Ondan kurtulmanın çeşitli yolları olsa da asıl dermanı gözyaşıdır en hakikisinden. Nasıl ki yağmur yeryüzündeki pisliği, mikrobu alıp götürüyorsa gözyaşı da kalpteki kibri ve onun gibi duyguları oradan temizler. Yağmur sonrası ruha şifa olan o toprak kokusu, hakiki manada dökülen gözyaşından sonra kalpte de ortaya çıkar ve o zaman huzurun en güzeli ve lezzetlisi gelip konuverir ruhumuzun dallarına.

Ne kadar anlatmaya çalışılsa da her cümlenin sonunda konur üç nokta... O kıyamet kopuncaya kadar anlaşılmaya çalışılır. Sözlerin hepsi onda gizli olan mananın ancal zerre kadarını ifade edebilir. Sözü yormadan bitirmek en güzeli belki de!

Kalbinize iyi bakın ve oranın kapılarını kime açtığınıza dikkat edin!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol