Tabiatın kendine has çeşitli yönleri vardır. Bu, kendine özgü özellikler mevsimlerde çokça çıkar karşımıza.

Bahar aylarında omuzlarında renklerin en güzelini ve en canlısını taşır ve bülbül şakımaya başlar bütün şarkılarını bir gülün dalına konarak. Toprak yeniden canlanır insana yaşama hevesi verircesine...
Yaz ise bahardan kalma güzelliklerle beraber bereket taşır kendi içinde. Toprak ona verileni katbekat geri vermeye başlar alın terine bulayarak. Baharın serinliği yerini kavurucu bir sıcaklığa bırakır...
Sonbahar daha çok hasretliğiyle anılır. Yazın sıcağında kavrulan toprak yağmurla yeniden buluşur. Bahardan yaza emanet güzellikleri sarının bin bir tonuna evirerek adeta sanata dönüştür doğayı. Bir ressamın tuvalini anımsatırcasına...
Kış, artık yorgun düşmeye başlayan doğaya nazlı nazlı serer tertemiz örtüsünü ve omuzlarındaki yükünü alıp dinlenmeye çekilir. Yorulan ne varsa önce ruhunu sonra bedenini nadasa verir. Bir sükûn havası çöker üzerine...

İnsanların da doğadan bir farkı yoktur aslında. Ömür de tıpkı mevsimler gibidir. Bir dönem rengarenk çiçekler açar pencerede ve vakti gelince döker yapraklarını hayat takvimi misali. Renkler solar ve sonra içinde bulunulan hayatı bir pencerenin kenarından izlemeye başlar. Saksıdaki çiçekler de onun gibi soluk ve cansız... 

Hayatın her alanında vardır bu ve insanlar yaşamları boyunca birden farklı kimliğe bürünürler. Kimse olmak istediğine ulaşmadığı için kaderin ona çizdiği yolda yürürken bazen aynaya baktığında kendini tanıyamaması da bundandır. Üzerindeki kıyafetle beraber takındığı kimlik iğreti durur üzerinde. Bazen gülüşünü de tanıyamaz, sevindiği ve üzüldüğü şeyler de farklılaşmaya başlar. Kendi içine çevirdiğinde yönünü çelişkiye düşer. Ne göründüğü gibidir ne de olduğu kişidir. Kendi çatısının altındayken sözleri ve davranışları tanıdıktır. Çıkınca gökkubbenin altına kendisine biçilen rolü oynamaya başlayınca bedeninin içindeki kişi değişiverir. Düşünceleri farklı bir girdabın içine çeker onu.

Modern zamanda bu daha belirgindir. Herkesin yaptığı işi yapmaya çalışmak... herkesin giydiği kıyafeti, ayakkabıyı giymek... herkesin gittiği mekana gitmek... herkesin yediği yemekten yemek...
herkesin okuduğu kitabı okuyup dinlediği şarkıyı dinlemek...
Tüm bunları asıl sebebi farklı olmaya çalışırken aslında kendinden uzaklaşıp herkesleşmektir. Herkes gibi düşünüp farklı olmaya çalışmak ise işin ironik kısmıdır. Yani,
“Herkesin içinde hiç kimse olmak.”

Başkalarından uzaklaşmakta bir sorun olmaz ki bazen kişi kendini bulmaya yolculuğuna da çıkabilir ama kendinden uzaklaşmaya başlayan birinin ise ulaşabileceği yer koca bir boşluktur. Orada ne kadar debelense de ne yukarı çıkabiliyor ne de aşağı düşebiliyor.

Hayat, herkese bir rol biçer ve insanlar onun kurallarını bilerek öylece oynamaya başlar kendi rolünü. Bu hayat sahnesinde bazen gülüşler, bazen üzüntüler, bazen mutluluklar gelip konuverir insanların yüzüne bir duygu halinde ama ne olursa olsun yüzden iğreti durmayan bir duygu varsa o da hüzündür. Şairin dediği gibi 
“Hüzündür en çok yakışan bize!”
Yüzde sahte olarak durmayan tek şey, gözyaşıdır. O da kişiye belki de nereden geldiğini hatırlattığındandır!

Kimsenin kendi olamadığı bu hayatta koca kalabalıklar içinde “herkes” olmaktansa yalnızlığınızda “kendi”niz olmaya çalışın.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol