Dini motiflerde ve mitolojik anlatılarda kutsal çocuk modellemesi birçok dinde ve mitolojide hemen hemen ortaklık taşır. Bu kutsallık aynı zamanda çocukluğun kutsallığını ve saflığını da akla getirir. Mitolojide de kutsal çocuğu doğuran anne de tüm yaşamının temel bir ilkesi çocuğun olması gibi kutsal çocuk da tüm insanlık tarihinin çocuğa verdiği önem deneyimlerinin bir yönüdür. Kahramanların (peygamber, tanrısal, titan vs…olabilir) çocukluklarının mitolojik hikayelerinden esinlenerek Carl Gustav Jung’un, arketipik çocuğu, terk edilmiş, açığa vurulmuş, savunmasız ve yine de kutsalın güçlü olduğu her şey olarak tanımladı. Kahramanların çocuklarının paradoksunu onların hem güç hem de zayıflığın işareti olan Janus yüzlü bir arketipi olduğu söylenebilir. Her ne kadar Janus, Roma İmparatorluğu döneminde kenti koruyan iki kapı olarak savaş ve barışı sembolize eden bir kutsallık atfedilmiş olsa da…Kahramanların çocukları da Janus’un savaş ve barışı sembolize eden çatışmacı bir arketipik yapıya sahip olduklarını yorumlamak içindir.

Birçok kültürden gelen farklı mitolojilere baktığımızda, ebeveynleri tarafından vahşi doğaya terk edilen (İslam’da İsmail yine Musa Peygamber veya mitolojide Paris ya da günümüzde dijital oyunların kahramanları titanlar Voltran, Transformers ve Robotech vs…) ya da düşük düzeyde koruyucu ebeveynler tarafından yetiştirilen özel bir çocuk anlatır. Aslında, çocuğun tamamen ilahi bir kadere, zamana ve koşullara maruz kalan bir yönü vardır- daha kişisel ya da çoğul olduğunda da korunmaz. Fakat bu çatışmacı dünya sistemine kendi çatışmacı ama bir o kadar da düzeltici bir maruz kalması da çocuğun yeni ve güçlü biri olmasını sağlayan şeydir. Hayata ve döneminin sistemine maruz kalması kahramanın çocukluğu için hem bir tehdit hem de bir şanstır. Özellikle savunmasız hissettiği anlarda, o çocuk hem savunmasız hem de hayattaki özel bir rol model olmaya hazırlanan olarak anlatıya dönüşen mitsel öyküleri görebiliyoruz.

Modern psikoloji, içerideki çocuğu bir yaratıcılık ve kendiliğindenlik figürü olarak kabul edebilmekte…ama Jung’un içerideki çocuğu daha karmaşıktır. Çocuk, kendi gücüne, kırılganlığından kaçarak değil, onu sahiplenerek yaklaşmaktadır. Çocuk figürünün saflığı ve yeteneksizliğiyle var oluşta olan bir güce sahipliği vardır denilebilir. Ama eğer o içerideki çocuğu kabul edip çocuğu iyileştirmeye çalışmadan sahipleneceksek o zaman başıboş dolaşacak, yerinden çıkacak, çaresiz kalacak bir yer bulunabilir mi...

Jungcu analist olan psikolog James Hillman, çocuk üzerine yazdığı erken bir deneme de çocuğun aşağı konumundan çekindiğimiz için bunu eğitimle büyütme arzusuyla değiştirmeye çalıştığımız önemli bir noktaya değinir. Bazen, çocuk için büyümeyi durdurmamız gerekebilir. Yetişkinler olarak geri adım atmamız, yetişkin olarak bizlerin çocukluk evresine bir gerileme sağlamamız gerekebilir. Özellikle dijital dünyanın içine doğan Z kuşağı otomatik olarak psikolojide ve genel olarak yaşamda bir hedef olarak kabul edilen büyüme, durgunluk ve sosyal kaytarma gibi şeylerin gerekliliğini gözden kaçıran duygusal bir değer haline gelebilir. Sürekli büyümesi beklenen, ebeveynler tarafından ertelenen planları için (bazı ebeveyn) büyümesi beklenen çocuk/lar çocuk olarak onurlandırılmaz, çünkü o çocuk bedensel olarak büyür ama gelişimsel olarak büyümeme sendromu yaşayabilir.

Biz yetişkinler olarak dili bir araç olarak, kelimeleri bir enstrüman olarak kullanmaya alışmışızdır. Ve her gün bir çocuğun büyümesiyle ilgili onun aleyhine kurnazca seçip kullandığımız kelimler ile onun benlik büyümesi hakkında konuşan ifadeler kullanırız. Bunu ise farkında olarak ya da tam tersine farkında olmadan yaparız. Bir yetişkin, ilkel bir duygunun ifadesi hakkında öz eleştirisini yaparak “Ben de olgunlaşmadım” diyebilir mi… Bu ifadeyi çocuğa yönelik bir eleştiri olmadan doğrudan kendimize yönelik yapabiliyor muyuz? Dijital çağın getirisi olan çocukluğun kutsallık penceresinden bakarak; şu anda yaşanmakta olan dijital mit versiyonlarının doğru bir tanımı olabilir. Yani biz yetişkinler aslında olgunlaşmamış oluyoruz. Olgunluk doğamızın bir parçası mı? Ancak çoğu zaman böyle bir ifade, bu ani, istenmeyen olgunlaşmamışlık duygusundan rahatsız oluyorum anlamına gelir. Ondan dolayı ki büyümek istiyorum.

Çocukluk aynasını kendimize tuttuğumuzda yine, çocukluğun içinden çıkılması gereken bir şey olduğunu düşünüyoruz.  Bu çocukluğu İkarus’un hayatına mal olan hataları çünkü düşüncelerimizde ve hayallerimizde ebediyen var olan çocuk zayıflık ve kusurlarla dolu olabilir. Çocukların güçlü yanları olduğu kadar boşlukları ve başarısızlıkları nedeniyle de olduğu yetişkin olacaktır. Ayrıca, yetişkinlik sorunlarının çocukluk dönemine kadar uzandığı düşüncesi: Minos’un yaptırdığı karmaşık labirentinden kurtulmaya çalışan Daedalus ve oğlu İkarus’un çocukluk hatalarına benzetebiliriz. İkarus gibi kutsal güce sahip olan bir çocukla ve onun en zayıf yönüyle temas halinde olabilmesini sağlayan bir yaşantı mitidir  Babası, İkarus’a ‘orta’ yolda uçması gerektiğinin eleştirisini yaptığı ve onu bir an önce büyütmek istediği için İkarus kendisini en yukarı da ve en aşağı hissettiği yerlerdeki yolu tercih ederek kendi varlığını ortaya koyarak başarılı olur. İkarus bir mucize hikayesi mi yoksa çok şekillenmemiş ve Jung’un dediği gibi çok akıllı olan çocuğun özel zekasının bir hatırlatıcısı mıdır? Çocuğun bilgisizliğidir; bilginin doğurganlığı… Çocuğun, bilgiyi bilmemesine ulaşmak zorundalık çağındayız. Çünkü çok akıllı (yapay zeka) hale getirildik.  Bilginin, bilgisizliğe karşı bir dolaysızlık içinde çok önemli olan yeri tıpkı İkarus gibi kendini dinleyen ve başlayanların zihnini kaybetmemesini öngörülebilirliğini sunmaktadır.

İkarus ya başarısından dolayı ya da oksijenin bolluğu nedeniyle veya da uçmanın verdiği özgürlük hissiyle daha da yükseğe uçmaya çalışır. Öyle yükselir ki, Güneş Tanrısı Helios yükselişi kendisine karşı bir saygısızlık olarak kabul eder. Güneş ışınları İkarus yükseldikçe bal mumunu eritir ve kanatlarını yakmaya başlar.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol