Geçtiğimiz günlerde 2021 yılının evlenme ve boşanma verileri açıklandı.

Rakamlar dehşet verici...

Evlenenlerin sayısında önceki yıllara göre %20'lik bir azalma olduğu görülüyor.

Ekonominin geldiği nokta, halkın alım gücünün düşmesi, pandemi süreci derken bu %20'lik azalmayı belki bir nebze normal karșılayabiliriz.

Ama esas dehşet verici rakamlar boşanma sayılarındaydı.

Çünkü önceki yıllara göre boşanma sayılarında %90 oranında bir artış söz konusuydu.

Bu artışın gerekçeleri ise daha da ilginçti.

Zira parasızlık, ailelerin ilişkilere müdahalesi, aldatma, kadına şiddet gibi gerekçelerin bunda belirleyici olduğunu sanıyorduk.

Ama işin aslı pek de öyle değilmiş.

Zira ilk sırada hayli yüksek bir oranla 'sorumsuz ve ilgisiz davranma' seçeneği vardı.

Ters köşe yapan bu veri aklıma, kadınların evlilikten beklentileri adı altında yer verdikleri bir sosyal medya paylaşımını getirdi: "Evlilikten beklentim: Kocam çalışsın beni çalıştırmasın, eve geldiğinde bana ev işlerinde yardım etsin, dışarı çıkmasın, benim gezmeme de karışmasın, benim aileme kendi ailesinden daha çok değer versin, benden başkasına bakmasın, bana sürekli ilgi, şefkat göstersin ve eğer benden başkasına giderse de ölsün... "

Biraz mizahi tarzda bir paylaşım olsa da kadınların evlilikten ve eşlerinden beklentileri bu ve buna benzer şeyler...

Dolaysıyla hemen her kadın kendi kocasının da ekranlarda gördüğü aktörler gibi ideal bir eș, ideal bir centilmen olmasını ister.

Özellikle Tiktok denen sosyal paylaşım sitesinde bu vurgu gözlere ve zihinlere ağır ağır nakșediliyor.

Evlenmeden önce özgürlüğüne düşkün olan erkek, evlendikten sonra kapağı kapatılmış bir kavanozun içine hapsediliyor. Bu algı yeni jenarasyona ustalıkla zerk ediliyor.

Bu durum kadını yüceltmedigi gibi, erkeğe karşı her anlamda üstün bir portre çizip kalıplaşmış algıları da yıkıyor.

Modern toplumda kadın özgürlüğüne düşkün olmanın avantajını kullanarak erkek üzerinde hakimiyet kurmak ve bu durumu kendi lehine çevirmek için her yolu dener ve bu anlamda önüne çıkabilecek tüm engelleri de ortadan kaldırmaya çalışır.

Medya, modern çağ ve bazı sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle de bu anlayışı yani güçlü kadın olgusunu topluma dayatmaya çalışır.

Oysa kadın kadınlığıyla zaten güçlüdür.

Ona ekstra bir misyon yüklemeye çalışmak ve erkeğin önüne koymak, ilişkileri içinden çıkılmaz bir hale dönüştürmekten başka bir işe yaramaz.

Cinsiyet ayrımcılığıyla kimse kimsenin önünde ya da arkasında yer almamalıdır.

Elbette kadın toplumda hak ettiği değeri almalıdır.

Buna kimsenin itirazı yok ama bu üstünlüğü erkek üzerinde tahakküm kurarak gerçekleştirmek istemesi, eşitlikçi anlayışla bağdaşmaz.

Oysa kadın kadınlığını, erkek de erkekliğini bildiği ve birbirlerine saygı esasını korudukları müddetçe, ilişkilerin uzun ömürlü ve sorunsuz olarak devam etmesi sağlanır.

Bu gerçeği görmek yerine, başka anlayışlara ve arayışlara tevessül edilmesi hayli acıdır.

Kadına şiddet hadiselerini etraflıca incelediğimizde birçoğunun altında bu anlayıșın yol açtığı ayrıntıların yattığına tanık oluruz.

Üstünlük kadın ya da erkek olmada değil, barındırılan ve insanı insan yapan değerlerdedir.

Cinsiyetçilik yapmak sadece karşı tarafı ötekileștirir.

Bir cinse ya da türe üstünlük sağlamaya çalışmak, ayrıştırma hastalığına yol açarak toplumun sosyal dengesini bozar ve manevi oluşuma da en büyük zararı verir.

Çünkü aslolan insan olmaktır.

Eğer bu anlayışla meseleye yaklaşır ve değerlendirirsek 'biz' olgusunun gücünü görür, aile olmanın önemini de kavrarız.

'Kadın' da 'erkek' de bu toplumun vazgeçilmez unsurlardır ve bu iki unsur aynı cümlede güzeldir, anlamlıdır, değerlidir.

Gerisi lafügüzaftır...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol