Yaklaşık beş milyon Suriyeli yaşıyor ülkemizde.

Ve bu Suriyelilerin varlığı ülke ekonomisi için ciddi bir tehdit...

İçinde kalifiye elemanlar olsa da, çoğunluğu günübirlik yaşayan tüketicilerden oluşuyor...

Ülkenin onlar için harcadığı para 30 milyar dolardan fazla.

Bu parayla ülkenin pek çok açığı kapatılabilir, bu kaynak ülkenin başka ihtiyaçları için kullanılabilirdi.

Bu insanlara yer bulmak, karınlarını doyurmak, sağlıktan eğitime, iș hayatından barınmaya kadar çok sıfırlı bir yük bizim için...

Üstelik ülkenin ahlaki ve kültürel değerlerinde de köklü değişime neden oldular, oluyorlar...

Suriyeli kadınlar özellikle doğu ve güneydoğuda kuma geleneğinin vazgeçilmez figürü oldular.

Bu da manevi değerlerin yara almasına neden oluyor.

Paylaşım ruhu artık pek kalmadı.

Herkes kendi kabuğuna çekilir oldu. Samimiyet de bundan olumsuz etkilendi.

Adam sendecilik' ve 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' mantığı sosyolojik açıdan da kara bir tabloyu önümüze koyuyor. 5 milyon bu... Az bir rakam değil.

Yani Slovakya, Hırvatistan, İrlanda, Lüksemburg, Malta, Letonya gibi ülkelerin nüfuslarından fazla...

Şimdi bunlar yetmiyormuş gibi bir de Afgan mültecilerin sınırlarımızdan giriş görüntüleri ve haberleri konuşulmaya başlandı.

Nereye varacak bu işin sonu bilemiyorum.

Bir kirli oyun mu bu, yoksa ülkeyi içten içe yıkma projesi mi bilemiyorum ama yaşananlar kaygı verici.

Halk karnını doyurma konusunda zor bir savaş verirken, yeni misafirleri ağırlayacak ne güçleri kaldı ne de sabırları...

Başrolünde Jim Carrey'nin oynadığı "Bay Evet" filmi bu anlamda ilginç bir filmdi.

İzlemenizi tavsiye ederim.

Her şeyi kabullenme ve her şeye 'evet' deme içgüdüsü olmazsa olmazımız olmamalı.

Yerine göre "hayır" diyebilmeliyiz.

Halkın büyük bölümü ülkedeki Suriyeli gerçeğinden şikayetçi. Nereye gitseniz bu konudan duyalan şikayetlere rastlıyorsunuz.

Çünkü halk, hayat mücadelesi denen acı bir gerçekle ciddi bir savaş veriyor zaten...

Müslümanlık, paylaşma ruhu, düşene el uzatmak gibi değerler kulağa hoş gelse de, yeni dünya konjoktüründe artık prim yapan değerler degil...

Ulusalcı bir anlayış ve hümanist bir bakış açısıyla kapıları açmak ve insanları kucaklamaya çalışmak iyi güzel de, bu durum bizim gibi ekonomisi kırılgan bir ülke için ciddi sonuçlar doğurur, nitekim doğuruyor da...

Peki ne yapalım, atalım mı bu kadar insanı, demek artık anlamını yitiriyor haliyle...

Yerleşmiş düzeni bu saatten sonra değiştirmek yarardan çok zarar verir ve ahlaki açıdan uygun da olmaz.

Sarı öküzü vermeyecektik, deme pişmanlığı bu saatten sonra işe yarar mı bilemiyorum ama durum giderek içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı...

Avrupa ülkeleri sınırlarına özel kuvvetler dikerek bu sorunla mücadele etmeyi önemseyip, sınır kapılarına yığınaklar yapmışken, bizim onları kucaklama siyaseti gütmemiz ne kadar doğru?

Evet, Suriyeliler ülkelerindeki savaştan kaçıp, daha iyi bir yaşam için sığındılar bize.

Ama insan, "iyi de benim ne kabahatim var bunda" deme ihtiyacı hissediyor.

Bu, sebep olanların bulması gereken bir durumken, faturanın masum halka kesilmesi kabul edilebilir şey değil.

Yurdum insanı ekmeğini başkasıyla bölüșmekten her zaman gurur duyar.

Ama bu durum, misafirlik vasfını yitirip kalıcı hale gelirse, o zaman hoşgörü ve samimiyet de yerini başka duygulara bırakıyor haliyle...

Bu gerçeği yöneticilerimizin de görmesi, kararlı ve kalıcı çözümler üretmesi gerekiyor.

Aksi halde çok zor günler bizi bekliyor olacak...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol