Başta inandığımız dinin kitabı olmak üzere diğer her türlü kitabı okumalıyız fakat bunu bir gösteriş için yapmamalıyız. Anlayarak, bilinçli bir şekilde ve biraz da disipline edilmiş bir tarzda okumalıyız. Eğer okumazsak başka zihinlerden çıkan düşüncelerin peşinden sürüklenip gideriz. Kayığın arkasına otururuz kürekleri kullanan kişi nereye çekerse onları öylece gidiveririz sorgusuz sualsiz.

Kitap, başka dünyalara açılan kapıların anahtarlarını sayfaları arasında gizler. Çevrilen her sayfa, okunan her kelime o kapıların ardındaki dünyaya doğru atılmış birer adım niteliğindedir. İlk sayfasından son sayfasına kadar yapılan bu yolculuk sonrasında önemli olan kendimize ne kattığımızdır. Her kitaptan bir şeyler öğrenilir. Bazıları çok çabuk bir şekilde fark edilir ama genel anlamda ise bize neler kattığı zamana bağlıdır. Geçen her gün zihnimizdeki kelimelerin nasıl bir devinim içinde olduğunu fark ederiz ve bunun idarakine varınca kitaplardan aldığımız tadın lezzetini kavrarız.

Bir şairin yağmuru anlatması toprak kokusunu burnumuza getirebilir, bir yazarın hasretten bahsetmesi özlem duygusuyla gözlerimizi nemlendirebilir. Yani içimizde olan ama fark edip de dışarı çıkaramadığımız duygularımıza bir başkası tercüman olabilir. Roman, hikaye, deneme, makale, şiir gibi birçok türü okumalıyız çünkü hepsi de ruhumuzu farklı noktadan yakalayı iyileştirir ve geliştirir.

Okununan her kitap, zamanda yolculuk tadında da olabiliyor. Oturduğumuz koltuğundan hiç kalkmadan bir yolculuğa çıkabiliriz. Tarihi bir romanda geçmişin o masalsı dünyasında bulurken kendimizi, bir yazarın hayal dünyasından çıkan romanda ise geleceğin ardına gizlendiği o sır perdesini aralarız. Yani içinde bulunduğumuz an’dan ancak sayfaların yardımıyla uzaklaşabiliriz.

Toplum olarak kitap okumaya zaman ayırmamak gibi bir hastalığımız var. İlkokulda yaz tatili dönüşünde öğretmenimizin bize sorduğu: 

“Tatilde, boş zamanlarınızda neler yaptınız?” sorusuna çoğumuzun verdiği cevap aynı olsa gerek, zamanı boşa geçirmediğimiz ıspatlamak adına; 

“Kitap okudum.”

Bu da bizlerin kitap okumayı bir boş zamanı değerlendirme aracı olarak gördüğünüzün kanıtıdır. 

Aslında boş zamanlarda yapılacak olanlar bellidir, bizlerin en büyük eksiklerinden biri de kitaba gerekli zamanı ayırmamaktır. Ona özel zaman ayırmalıyız tıpkı yemek için, uyumak için, eğlenmek için ayırdığımız vakitler gibi. 

Vaktimizin çok kısa bir bölümünü dahi o sayfaların arasında geçirmeye başlayabilsek aslında birçok karanlık aydınlığa kavuşacaktır. İçinde bulunduğumuz karanlığa küfredip ondan şikayet edeceğimize, onun üzerine sinen o kasveti çekip almaya çalışmak daha doğru olur. Yazılan her cümle, çevrilen her sayfa o toz bulutunu zihnimizden uzaklaştıracaktır. 

Bir makine nasıl ki çalışmadıkça paslanıp köreliyorsa beynimiz ve hayal dünyamız da çalışmayınca yerinde sayacaktır. Durmuş bir saatin yelkovanı ve akrebi günde iki defa doğruyu gösterebilir ancak tembelliğe bürünmüş bir zihin hiçbir vakit doğruyu gösteremez çünkü o, başka düşüncelerin etkisi altındadır ve doğruyu yanlışı ayırt edemez. Düşünce tembelliği em büyük hastalıklardan biridir.

Zenginlik maddi anlamda bir kazanç olarak görülebilir ancal asıl zenginlik okunan her bir kitaptır. Bedenimizi değil ruhumuzu doyurmalıyız işte o zaman huzurun ne olduğunu anlayacağız. Okuyarak dünyayı kurtaramayabilirsiniz ancak okumaya başlayınca neleri kurtarabileceğinizin farkına varabilirsiniz.

O yüzden gönderilen ilk emre,  “Oku!” emrine sıkıca sarılıp ömrümüz boyunca onun peşinden yürümeliyiz. 

Unutmayın, “Okunan her kitap karanlığa yakılan bir mumdur!”

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol