İnsanlık tarihinin en kara dönemlerinden biri Bosna’da yaşanmıştı ve tüm dünya özellikle Batı, üç maynunu oynamıştı her zamanki gibi.

Sırpların yaptığı katliamdan da öte olan bu soykırım vicdanlı olan her insanın yüreğinde derin bir yara bırakmıştır.

Çocukken haberlerde şahit olduğum bazı olaylar hâlâ hafızamın bir köşesinde bekliyor.

Daha dün birbirinin külüne muhtaç olanlar, ertesi gün düşması gözlerle karşı karşıya gelmişlerdir.

Buna neyin sebep olabileceği tahmin edilebilir belki ancak böyle bir şeyin gerçekleşebileceği ihtimaline inanmak istenilmez, sebebi her ne olursa olsun.

1995 yılında başlamıştı bu insanlık dışı olay.

Nice insan bu uğurda öldü, öldürüldü, işkence gördü, tecavüze uğradı, gözlerinin önünde evladının öldürülüşünü izlettirildi...

Bir anne veya babanın evladını kaybedişinin acısını karşılayabilecek bir sözcük yokken hiçbir dilde, bu acıya bir de şahit tutulmalarına ne demeli?

Daha kundaktaki çocukların kurşuna dizilerek öldürülmesini hangi ideolojik düşünce kabul ettirebilir?

Bir çocuğun, “Çocukları küçük kurşunlarla öldürürler değil mi?” diye dilinden dökülen bu cümle, o tertemiz yüreklerdeki korkuyu anlatmaya yetmez mi?

Onlar, kurşun sıkılacak yaşta değil; alınlarından öpülüp başlarının okşanacağı yaştaydılar.

Bir Hollandalı askerinde söylediği, “Ölmek istiyordum, masum insanları koruma sözünü verdiğimiz hâlde bize sığınan insanları koruyamadığımız için kendimi affetmiyorum.” sözleri bu katliama tepkisiz kalmayacan ve bunu vicdanına sığdıramayan Batılıların da olduğunu gösteriyor.

Ancak bu vicdan maalesef çoğunda yoktu.

Onlara dokunmayan yılanın kaç yıl ömür süreceği de umurlarında değildi.

Zaten yılanı besleyen kendileriydi.

Bosnalı bir asker ise yıllarca cephelerde devleti, milleti ve dini için savaştıktan sonra köyüne döndüğü vakit ailesinden hiç kimsenin hayatta kalmadığını gördüğünde, bahçelerindeki ağaca sarılıp ağlaması...

Ne uğruna savaşıladığını dahi çoğu bilmeden oradan oraya koşturup durdu.

Sonunda ise ellerinde kalan dört duvar arasında ma sıkıştırılmış bir yalnızlık, yüreklerindeyse tamiri mümkün olmayan yaralar.

Bu acıya şahit olan ve en derinine kadar bunu hisseden annelerdi.

Ayaklarının altına cennetin serildiği annelerin gözlerinim önündeyse cehennemin yaşanıyor olması...

Bugün dahi Srebrenitsa dediğiniz zaman yürekleri kan ağlar, gözleri ise yaşlarla buğulanır.

Hiç söz çıkmaz düğümlenen boğazlarından. 

Onlar da dile getiremedikleri acılarını işledikleri bir çiçekle dile getirdiler.

Beyaz ve yeşil renkten oluşan bu çiçeğin orta kısmı tamamen yeşil, etrafındaysa beyaz renklerden oluşan 11 yaprağı vardır. 

O 11 beyaz yaprak bugünü yani 11 Temmuzu temsil etmekte. Yeşil renk, yeniden doğuşu ve İslamiyeti; beyaz renk ise masumiyeti temsil eder.

Bu hem tüm dünyaya verilen bir barış mesajı hem de yaşanılanların unutulmaması adına onu simgeleyen bir hatırlatıcı.

Bu soylu direnişin komutanı Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, ne için mücadele edildiğini şöyle ifade ediyor.

“Bizi yok etmekle tehdit ediyorlardı ama bilmiyorlardı ki Müslümanlar yok olmayacaktır.”

Her dönemde ve çağda olduğu gibi batılın ve İslamın mücadelesiydi bu da her ne kadar başka kılıflar uydurulsa da.

Bu katliamlar unutulmamalı çünkü unutulursa tekrar yaşanır. Tarihten ders çıkartıp gelecek onunla inşa edilmeli.

Bu savaşta çoğu medeni(!) devlet üç maymunu canlandırsa da Türkiye, din kardeşleri olan Bosna’ya silah yardımında bulunmuştur tüm zorluklara rağmen.

Bunu Bilge Kral kendisi de ifade etmiştir zaten.

“Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız tek şey düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliğidir.” demişti Bilge Kral.

Günümüzde de böyle olmaya devam etmektedir maalesef.

Biz mazlumun gözyaşı döküldüğünde, haksızlığa uğradığında düşmanın yaptıları değildir kişiyi üzen, dost bildiklerinin sessizliği ve eylemsizliğidir.

Vicdan taşıyan her insanda büyük bir yaradır Srebrenitsa.

Üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen o günlere tanıklık eden büyük küçük herkesin içindeki bu onulmaz yara öyle kolay kolay iyileşeceğe de benzemiyor.

Zalimin karşısındaki mazlumun kim olduğu önemli değil, her zaman mazluma el uzatan olmalıyız.

Bizleri onlardan ayıran da budur zaten. 

Bugün toplu mezarların olduğu yerler var o topraklarda.

Çoğu anne evladına ait bir mezara bile sahip değil ancak o toprağa gömülen her Bosnalı onların evladıdır.

Onların mezarlarında açan çiçeklerin kokusu onlar için evlatlarının cennetten gelen mis kokularıdır.

Onları da suyla değil her gün gözyaşlarıyla sularlar...

Rabbim ölenlerin hepsini şehit mertebesinde cennetine alsın!!!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol