Tükenen her ne var ise zamanın eteklerine tutunup geçip gider vakti gelince.

Her şeyin bir telafisi var da avuçlarımızın arasından kayıp giden zamanın telafisi olmaz bu hayatta.

Mevsimler de öyle, sen hepsiden bir şeyler öğrenmeye çalışırsın ama farkına bile varmadan birbiri ardınca geçip giderler usulca.

Sonra bir bakmışsın dökülen yapraklar misali ömür de geçip gitmiş. Sararıp düşen yapraklar, mevsimleri bahane ederken yılları da sürüklemiş peşi sıra. 

Her mevsim kendine has özellikler barındırır. O özelliklerinden ötürü sürekli bir beklenti vardır içinizde.

Kış, yılın tüm yorgunluğunun atıldığı mevsimdir canlı cansız ne var ise uzun bir dinlenme aralığına girer, bembeyaz bir saflığa bürünerek.

İlkbahar, tabiatın yeniden canlanmasıdır; topraktan gökyüzünde uçan kuşa kadar.

Dallar filiz verir, kıştan kalan sessizlik yerini cıvıltıya bırakır, bütün doğa üzerindeki uyku mahmurluğunu atar.

Yaz, kışa varmadan toprağa atılan tohumun harman vaktidir.

Alın terinin asıl değerini gördüğü mevsimdir.

Yağmurların bereketlendirdiği toprağı alın terinle hasat edersin.

Sonbahar ise işte o bambaşkadır.

İlham perileri dolaşır etrafta adeta. Şairlerin sözlerinin derin anlamlar kazandığı, ressamların fırça darbelerini daha şevkle vurduğu, aşıkların sevdanın gerçek tadına vardığı mevsimdir sonbahar.

Zaten Cemal Süreya en güzel şekilde ifade etmemiş miydi, 

“Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim.”

Öyle bir havası vardır ki en derinde saklı kalan duygular adına her ne var ise bu mevsimde çıkar ortaya. 

Renklerin her türlüsü kendini göstermeye başlar yaprak yaprak. Baharda yeşilin her tonuna bürünen dallar, yavaş yavaş yerini bütün duygusal tonlara bırakır.

Her yaprak bir çiçeğe dönüşür bu mevsimde.

Dalından kopup toprağa düşen sararmış olan her yaprak yeryüzünün yıldızı oluverir.

Gök onun bu güzelliğini kıskansa da hayran hayran izler durur öylece. 

Sonbaharda dağlara baktığınızda pastel boyalarla yapılmış bir tablo çıkar karşınıza.

Öyle ki bütün ressamlar biraraya gelse böyle bir sanat eseri ortaya çıkaramaz.

O’nun sanatının karşısında bütün fırçalar matlaşır, kalemler kırılıp körelir; diller ketumlaşır.

Sadece onu görmesini bilen yüreklerde kalp atışları hızlanır, her kulakta yankılanır.

Her dönemde şiire konu olmuştur.

Bazen adına güz demişler, bazen hazan ama hepsinde de duygular viran.

Eski şairler hazan mevsimi derlerdi sonbahara ve bunu bir mevsimden ziyade ayrılık olarak kullanırlardı.

Belki de ayrılıkların çoğu bu mevsimde yaşandığı içindir her aşığın şaire dönüşmesi ya da şairin kalemini sadece sevdayı haykırması.

Hiçbir mevsim sonbahar gibi duygu yoğunluğu bahşetmez insana.

Öylece doluverir damarlarına nerden geldiğini bilmeden.

Bakışlar bin bir anlama bürünür, yüreklerin çarpışı birer melodiye döner, her söz mecazi bir anlam barındırır.

Sonbahar kışın daldığımız o derin ruhsal uyku öncesi söylenen bir ninni, okunan bir masal gibidir.

Ruhumuzu okşar, yaralarını onarır ve baharda yeniden açması için tohum olarak atar toprağa.

Sonra baharda yeni sözler söylenmeye başlanır ama damakta hazanın tadı vardır hâlâ...

Zamanla kişiler değişir, kimi göçer diğer aleme, kimi bu aleme gözlerini açar ama değişmeyen tek şey sonbaharın anlamdır.

O hem sevdaya hem de ayrılığa şahittir, belki de bunun ağırlığı sebeptir yaprakların sararıp teker teker dökülmesine...

Sonbahar mıdır,

Bizleri böyle aşka meylettiren?

Yoksa kalp midir,

Aşık olmak için hazanı bekleyen?

Sözler midir,

Anlam kazanmak için güzü gözeten?

Yoksa aşıklar mıdır,

Bu mevsimde söze sevdayı yükleyen?

Yaprak mıdır,

Düşmek için sonbaharı bekleyen?

Yoksa dal mıdır,

Yapraktan sıkılıp mevsimi bahane eden?

Ey sevgili,

Her şeye muradın var da!

Bir tek vuslata mıdır kastın,

Uzattıkça uzatırsın nazını?

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol