“Yaşamın yansımasını her daim yaşamın kendisine tercih ettim,” diyerek auteur kimliğini vurgulayan François Truffaut’nun bakış tarlasından kurgulanarak sinemaya aktarılan Fahrenheit 451, distopik bir evrenin anlatıldığı, modern çağ insanlarının buhran içindeki gündelik yaşamlarında kaybolduğu korku ve bilimkurgu roman yazarı Ray Douglas Bradbury kült eseridir. Truffaut tarafından izleyicinin göz tarlasına bırakılan filmin ana özeti şöyledir: Fahrenheit 451 distopyavari bir gerçeklikte simülasyon kurbanı entelektüellerin cehaletle mücadelesidir. Filmde konu edilen çağda, her şey konforlu ve güvenilirdir. Evlerin mimari yapısı ve gelişen teknoloji, yangın gibi afetlerin oluşmasına olanak sağlamaz; ancak itfaiyeciler, bu yangısızlık boşluğunu kendi cehennem mitleriyle doldurmaktadır. Bilgisizliğin ve cehaletin, bireyin mutlak huzurunu koruduğuna inanılırken uyutulmanın yaşatmış olduğu insansı hazların çevresinde dolaştırmaktadır izleyiciyi…Yaşadığı dönem ve edindiği izlenimler, Truffaut’yu da tıpkı Bradbury gibi ortak dertlerden muzdarip eder ve desteklediği bu distopik filmi sinema dünyasına kazandırır. Truffaut ve Bradbury’un temel düşünce dertleri kitaplar, kütüphaneler ve düşünen toplum üzerine bakışla birbirine yakın sorgulayış içindedir.

Teknolojinin gelişimiyle bilgiye olan hızlı erişimle birlikte sosyal mecralarda süreğen biçimde sosyal medya kullanıcılarının ve siyasetçilerin paylaşımlarını okumaktayız. Peki paylaşımları okumak bizim bilincimize ışık tutacak bilgiyi mi içeriyor? Ya da edilgen bir biçimde bizlere aktarılmak ve kontrol edilmek istenen bilincimiz ve algımız için enformasyonu mu içeriyor?

Sosyal mecralarla birlikte Dijital Çağ’ın enformasyonun etkisi altında artık hemen hemen neredeyse Dunning-Kruger Etkisi’nin (Dunning-Kruger etkisi, bir görevde düşük yeterliliğe sahip kişilerin yeterliliklerini abarttığı bilişsel bir önyargı varsayımıdır. Varsayım, birçok insanın adaletli dünya kuramlarıyla uyumludur ancak matematiksel çözümleme ve kültürler arası karşılaştırmalar tarafından itirazlarla karşı karşıya kalır). Dunning-Kruger Etkisi bağlamında neredeyse ‘Sokratik Sendromu’nun bitmiş etkisi gibi bilinçte olduğumuzu düşünebiliriz. Tarihin ve teknolojinin estetize ederek bizleri yatırdığı ameliyat masasında enformasyon eteriyle uyuştuğumuz bilinçsiz bilinçlere dönüştüğümüzü söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Yüzyıllar önce teknolojinin günümüzdeki gelişmiş olmadığı bir dönemde ‘enformist dijital kültür’e maruz kalınmamış Ortaçağ’da kitap okumak için ölümü göz önüne alan insanları düşününce içinde bulunduğumuz Dijital çağ hareket eden ama yaşamayan bilinçlere dönüştürmekteyiz. Kitleleri olmasa da bireylerin bilincini eğiten ve sisteme karşı koruyan kitaplar ve kütüphanelerdir, tıpkı Fahrenheit 451’de okuyucuya anlatıldığı gibi bilinçlenmeyi kitaplardan değil de; temelde iletişim araçlarını iletişimsizlik haline getiren enformasyon araçlarını rızaya dayalı olarak tercih edebiliyoruz.  Oysa ki ne kitaplar ne kütüphaneler sadece kitap okuyabileceğiniz bir yer: kitaplarda boş zamanı değerlendirme aracı değildir. Her kütüphane birey adına bilinçli bir yaşam için bir direniş meydanı olduğu gibi: Bilinç arzusunun salt temsilcisidir. Kütüphaneler gibi kitaplarda kimseden hiçbir şey almak istemeden her bireyin düşünceye erişebileceği dijital çağ’da son özgürlük meydanlarından…

 

Kütüphane ve kitapların önemini Fahrenheit 451’de Brarudy kitapların yasaklandığı bir distopyayı kurgular. Ki, tabii ki de kitabın ana kurgusundaki kitaplar artık günümüz için: Teknoloji, sosyal mecralar, ekranlar, televizyonlar, interaktif eğlence gibi edebi kültürün yerini almaktadır. Neticede kitaplardan uzaklaştırılan dönemin nüfusu uysal ve aptallaşıyor- ve kitaplardan yüklü silahmış gibi nefret etmeye devam etmektedirler: Günümüzdeki gibi okul eğitimi ile sınavcılar, eleştirmenler, uzmanlar ve hayal gücü yeten yaratıcıların yerine daha fazla koşucu, atlayıcı, patron, kapıcı, detektif, havacı ve yüzücüler, eğitimcilerle birlikte ‘entelektüel’ kelimesi elbette sistemin bilinçsiz bilinci haline geldi. Gerçekte ise her zaman yabancılardan korkun. Okulda sınıfınızdaki olağanüstü bir şekilde ‘zeki’ veya ‘eleştirel’ bir düşüncesi olan bireyi hatırlarsınız. Diğerleri orada gibi oturup ondan nefret ederken, her zaman ezberleyen ve cevaplar verebilmektedir. Herkes eşit olmalı. Ama herkes özgür ve eşit doğmadı ama sistem hepimizi eşit mi ‘yaptı?’ Çünkü her insan kendi dostunun suretidir ve bundan da herkes memnundur, çünkü onları ağırlaştıracak olan üzerlerinde Sigmund Freud’un düşüncesiyle bir görünmeyen bir buz dağı da yoktur. Kitaplar diğer yandan dolu bir silahtır sisteme yöneltilen aslında…eşitlik için kitapların günümüzde artık yakılması gerekmemektedir. Kitaplar insan ruhunda veya diğer bir deyişle psikolojik bağlamda bir yarık yaratıyor. Okuyan insanların hedefinde kimlerin olabileceğini kim bilir? Hepimiz mi? Evet, olabilir. Çünkü kitap okuyucunun midesi yoktur; onların bilinçleri vardır ve onları doyurmanın yolu mideden geçmez. Kitap okuyucusunun bilinci yaşamsal eşitliğe dayanmaktadır. Ve çok zordur kitap okuyucusunu doyurmak…

Hakikate ya da gerçekliğe erişmek isteyen her bireyin bilinci gibi kitapların, insanlık tarihi boyunca oluşturulmuş mideleriyle doygunluğa ulaştırma da rıza hegemonyasının sistem kurucularına da saldırganlık potansiyeli vardır. Kitaplar ve kütüphaneler otoriterliğe, sadizme, cehalete saldırır; saflığa ve halkın özgürlük istifasına saldırmaktadır.

 

Bir kitap okuyucu kaçınılmaz olarak siyasi güce, ekonomik güce, enformist basına, hayat gurularına karşı daima tedbirlidir. Eskilerin şöyle bir deyişi vardır: ‘Tedbil-i mekanda ferahlık vardır,’ sözünü fiziksel yer değişimi değilde, spesifik bir anlamda güncelleyerek, kütüphaneleri ve kitapları; kitap okuyucularının bilinç mekanlarının ferahlığa erişmesi üzerinden düşünülebiliriz. Ancak kitaplar ve kitapları bir araya getiren kütüphaneler okuyucular için aynı zamanda çevresindeki her şey insanlıktan çıktığında insanlığı kullanma potansiyeliyle insanlığın geleceği için umut taşıyıcıları olarak nitelenebilir. Bradbury'nin romanında insanlar, kitap sahibi olmaları yasaklanmış, sevdikleri eserleri süslemeleri - kitap olurlar, edebi kültürü kurtarmak için, yani insanoğlunda insanlığı kurtarmak içindir.

 

Hala kütüphanelerimiz var. Hala kitaplarımız var. Zamanımızın teknolojik insan devri tehdidinden korunması gereken mekanlar haline gelmeden, kitap okumak için geleceğin mimarı olan nesilleri kütüphanelerin önemini anlatmalıyız. Yanlış mı düşü

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol