İnsanoğlunun bu hayatta kıymetini bilmediği değerlerden biri de “zaman”dır ancak asıl ironi de şuradadır ki onun değrerini maalesef zaman geçtikçe anlamasıdır.

Her şeyde olduğu gibi kıymetinin farkına varabilmesi için onu kaybetmesi gerekmektedir.

Her şey asılı durur zamanın ucunda... 

Okunan dualar,

Verilen sözler,

Kurulan hayaller,

Çıkılan yolculuklar,

Şifa bekleyen hastalar,

Sararan yapraklar, 

Yağmura hasret topraklar,

Vuslata hasret yürekler,

Hepsi de onunla birlikte yol alır adım adım.

Bazıları daha erken gerçekliğe kavuşur, bazıları ise sabrın son haddine kadar bekler durur.

Yüreğinden gelip dilinden dökülene bir şeyler öğretmek maksadıyla.

Her şey ona asılıdır demiştik ya işte sabır da onun eteğine tutunmuştur ne zaman tükeneceğini bilmeden öylece sürüklenir peşi sıra.

Hayatın kıymeti anlaşıldığı vakit onun da anlam kazanması paralellik gösterir.

Geçen, ömürden geçip gitmiştir; geri getirilmesi mümkün değildir hiçbir vakit. Geriye dönüp bakmak ise ders çıkarılmayacaksa eğer büyük bir kayıptır kıymet bilmek adına. 

Ne yelkovanı yavaşlatabiliriz ne de akrebin onun ardı sıra koşturmasını.

Hükmümüz geçmiyorsa eğer onu en güzel şekilde değerlendirmeye çalışmaktan başka ne gelir ki elden, iyisiyle kötüsüyle...

Dakikalar saatleri, saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar mevsimleri, mevsimler yılları, yıllar da ömrü oluşturur bir bütünlük halinde. Hayat mücadelisi verilen bu dünyada muhakkak ki acısı da tatlısı da olacaktır birarada.

Bazen gözyaşının tadına varacağız, bazen de gülümsemeyi sonuna kadar konduracağız yanaklarımıza...

Gençlik, zamanın yavaşlığından ve sıkıcılığından dem vurur; yaşlılık ise zamanın durmak bilmez hızından şikayet eder.

Yani biri zamanın ona yetişememesinden şikayetçi, öbürü de zamana yetişememekten.

Aslında o hep aynı hızıyla yol alır “tik tak” diye kendi halinde.

Onu farklı anlamlandırmamız ise tamamen bizlerin içinde bulunduğu fiziksel ya da ruhsal durumumuzdan kaynaklıdır.

Bir fidanın ağaca dönüşmesi, bir bebeğin emekleyip zamanla yürümeye başlaması, bir gülün tomurcuk halinden sıyrılıp bülbülü kendine aşık etmesi, papatyanın beyaz yapraklarına kavuşup kiminin sevdasına tanıklık etmesi, tırtılın güzel bir kelebeğe dönüşmesi...

Hepsinin de ortak yanı hükmedemedikleri zamanı bekleyip durmaktır olgunlaşmak için.

Aceleye gerek yok ne olacaksa vakti gelince olacak...

Zaman, geçip gittikçe geriye çok şey bırakır “anı” adı altında bizlere.

Onlara da dönüp baktığımızda bazen çocuk halimizle bir oyunun içindeyiz toza toprağa bulaşmış bir şekildeyiz, bazen kanımızın hızlı aktığı gençlik döneminin ateşine bürünürüz, bazen bir dost meclisinin içinde sohbetlerin en güzeliyle, bazen bir fotoğrafın soluk renginde, bazen kulağa çalınan bir sözde, bazen kaybedilen her ne varsa eğer ona hasretle sarılmış bir şekilde buluruz kendimizi...

“Boş zaman yoktur, boşa geçmiş zaman vardır.” demişti Tagore

Nerede ve nasıl geçirdiğiniz kadar kiminle ve nasıl geçirdiğiniz de önemlidir.

Kimine ayırdığımız bir dakikanın boşa geçtiğini düşünürüz, kimine de saatlerimizi ayırsak da yetmediğini düşünürüz.

Bu görecelik mekana ve kişiye bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.

Dilden dökülen her dileğin gerçekleşmesi zamana bağlıdır  muhakkak ama zamana değil ona hükmedenedir inancımız. 

Her şeyin telafisi olabilir ancak akıp giden zamanın telafisi mümkün değildir bu hayatta, kıymet bilelim.

Zamanın kıymetini bilenlerden olmanız dileğiyle!!!

YanıtlaYönlendir

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol