Sen sevmeye başla beni, ben gelirim ardından gibi takılan  ey sevgili! 
Bu yazı sanadır; seni anlamayana, bilmeyene, görmeyene, duymayana… Yani sana kör olana, sağır kesilene, lal olana… Sen Leyla işte, Şirin, Zühre, Zin, Aslı ve  Gül… Hep sanadır dizeler okyanusa varan ırmaklar nasılsa? Varış sanadır, o zaman sızlanmalar revadır aşığa. Şebiarustur her yolculuk anlayana? Sen ismi cismi, sazı sözü başka maşuk; canan, sevgili, dilber, afet vesaire… Gönlümün talan iklimi, yüreğimin sürgün sevdası… Mecnun’un çölü, Ferhat’ın dağı, Bülbül’ün dikeni… Nazlı ceylanı ben ülkesinin, ürkek serçesi ben asumanının, yaban gülü ben ovasının… Ben ülkesinin şehinşahı, başkenti yürek yalnızlığımın, migreni avare serimin.


Seni anlatmam dünyanın en zor işi, hani Orhan Veli der ya:
“Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, 
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu 
Bu derde düşmeden önce.” sanırım böyle bir şey seni anlatmak.
Seni anlatmak hem kolay hem  zor; kolay çünkü alfabem sana zimmetli, dizelerim sana kilitli, satırlarım sana adresli; zor çünkü ifade edebilecek bütün kelimeleri topluyorum bir çocuk gibi ama yetiştiremiyorum.


Sen maşukluğunla tavan yaparken ben âşıklığımla taban yapıyorum. Tepen tepene. Kaderi bu bir aşığın, zerre olacak ki habbe olabilsin. Aşkın kanunu da bu değil mi aslında? Yanmalı ki yakabilsin, sevmeli ki sevebilsin.
Bütün stabilize yollar bana ait, kullanılmamış olan yoldayım, bütün patikalarda izim var, zor olanı seçiyorum. Ulaşmak kolay olsaydı dümdüz gelirdim sana. Dağlar düz, ovalar,, ağaçlar, evler… Bir manası olur muydu acaba?
Uzat elini al gülü, yok öyle hesap gülüm. Yok öyle pazar? Diken illaki kanatacak elini, acıtacak yüreğini. Sana sıfır kilometre asfalttan gelmek haram bana. Nimet külfet mukabilidir bilirim. Renç çekmeyen genc bulamaz.
Sana başlıyorum diyorum ama ardıma baktığımda hiç mesafe almamış gibiyim. Önümdeyse seninle milyonlarca kilometrelik bir mesafe var alınacak gibi. Tükenir bu yolda olan, vasıl olmak isteyen yiter; nefes gerek gökyüzü kadar, damar…

Daha nen olayım isterdin / Onursuzunum senin!” diyor CEMAL SÜREYA. Bu sözden ötesi var mı, idrak edemiyorum. Onursuzluğu dahi sana ulaşmak için bir mesafe olarak kat eden aşığa saygı göstermek icap eder. “Yok daha neler?” demeyin, maşuk nazarında bunun dahi bir ehemmiyeti yoktur lakin biz âşık tarafında olanız. 
Âşıklık biraz da maşukluğun anaforunda toz duman olmaktır. Her türlü heva ve istekle yok olmaktır. Yani gözü açık gitmektir. “Maşuk maşuk” diye bir mum gibi eriyip bitmektir. Mum olmayan Pervane’yi anlayamaz, Pervane olmayan da Mum’u fehmedemez.
“Bir aşk şiiri nasıl yazılır?” sorusuna “gözyaşıyla yazılır.” diye yanıt verdim. “Bir aşk yazısı nasıl yazılır?” sorusuna  da “Geceyle yazılır.” dedim. Soğuk bir yastık, sonsuz bir karanlık, kafanızda hiç gitmeyen bir ağrı, yüreğinizde hiç durmayan yaramaz bir çocuğa benzeyen sancı ve uyumak için sayamayacağınız kadar çok koyun.

“Bir aşk şiiri ya da yazısı nasıl okunur?” diye sorulunca “İşte o da yaşanarak okunur.” dedim. Yaşayamayanlar anlayamaz.” Suyu tarif etmek için formülünden bahsetmek nasıl, suyun içine düşüp boydan boya ıslanmak nasıl? Öyle işte.
Galiba ben aşk yazısı yazamıyorum.
Maşuk, âşık olunan. Biraz Mum, biraz Leyla, biraz Fıtnat. Tavır havalı, yürüyüş cakalı, saç sırmalı, ten ayvalı, göz karalı, boy servili, dudak ballı, kirpik oklu, kaş yaylı, ağız sedefli, söz incili, gülüş gamzeli… Bu kadar aksesuarlı bir varlık evvelden ahire tabii ki sözün başlangıç konusu olacak ve bütün yüreklerin ana teması olacaktır.
Yazık onlara ki yaşamın ana temasından bîhaber aşkla temassız yaşayanlara. Maşuk’u bilmeyene esef olsun, tanımayana, anlamayana…
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen 
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen (Kendine bir hoşça bak âlemin özüsün sen; Varlıkların gözbebeği olan insansın sen) diyen Şeyh Gâlib insanı evrenin özüne koyarken insan da maşukunu kendi özüne koyar. O kabul eder mi etmez mi Allah bilir!
“Bütün şiirlerde söylediğim sensin 
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin” diyor Üstat Sezai KARAKOÇ. “Ben” desem “saklan”, “sen” desem “çık sevgili!” Bir oyun değil mi yaşam, o zaman biz de kendi oyunumuzu oynayalım. “Ben” desem “saklan”, “sen” desem “çık.” 
, aşk böyle bir şeydir sevgili.
Bütün insanlarda gördüğüm sensin. Çarşıda, pazarda, evde, sokakta… Leyla desem sen, Aslı desem, Gül…  Velhasılı ne yana baksam sen; şarkım, garbım, şimalim, cenubum…
Âşık olmak da kolay değil maşuk ya da ağyar  olmak da… Ve bunları yazmak da…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol