Bir çınar vardı bahçemizin en güzel yerinde, dalları pencereye kavuşan.
Yıllara meydan okurcasına dururdu öylece sükutu haşmetiyle yoğrulmuştu.
Her mevsim ayrı bir güzeldi. Baharda yeşilin binbir tonunu barındırırdı yapraklarında, dallarıysa kuşların hayat dolu cıvıltılarıyla bezenirdi. Güz mevsiminin adına yakışırcasına yıldızlardan taç oluverirdi yaprakları. Bir sanatçının elinden çıkabilecek en güzel eserlerden olurdu o mevsimde ama yine de haşmetini korurdu etrafındaki diğer ağaçlara göre. Tepesine düşen kar taneleri ise ona farklı bir olgunluk katardı. Omuzlarında beyaz bir atkı misali dururdu… Öyle haşmetli…

Gövdesinde nice adlar kazılıydı…
Yıllar geçtikçe oraya kazınan adlar, harfler farklı şekiller alsa da o unutmazdı üzerine kazınanların hikayesini… Hepsine de kucak açmıştı… Kiminin sevdasına, kiminin yarasına şahitlik etmişti ancak yine de kimseye aşikar etmemişti. En büyük sırdaşları olmuştu. Derdi olan gelip otururdu gölgesinde, yaslardı sırtını gövdesine…


Anlatırlardı ona derdini kendi lisanlarınca.


Kimi sessizliğiyle anlatmaya çalışırdı rüzgâra kulak vererek; kimi türküleri sırtlanarak yüreğine, anlatmaya çalışırdı; kimi de sözleri dizerdi bir imamenin ardı sıra döküverirdi yüreğindekileri sonunda koca bir aminle…

Kimseyi geri çevirmezdi. Dertleriyle dertlenirdi. Onlarla gülüp onlarla ağlardı. Herkesin derdine derman oluyordu da kendi derdini kime açacaktı?


Herkesin lisanından anlardı ama kimse onu anlayamazdı lisanınca. Kimin derdini yüklendiyse içten içe çürümeye başlamıştı. Gövdesindeki çizikler, harfler, adlar onu etkilemese de içine attığı her ne var ise…
Dışarıdan güçlü görünse de hayat yorgunluğu da kondurmuştu omuzlarına.

Sonra uzun bir kış gecesi ayaz vurdu dalına. Kaldıramadı soğukla gelen karın ağırlığını. Dalları yavaş yavaş eğilmeye başlamıştı. Bahara kavuştu kavuşmasına da kıştan geriye çok şey kalmamıştı. Yaprakları baharda artık daha güçsüz ve soluk oluyordu. Yeşilin binbir tonu gidip tek rengini vermişti ona. Hala haşmetliydi fakat içten içe gücünü yitiriyordu.
Artık sonbarın yağmurlarıyla yıkadığı dalları kurumaya başlamıştı. Birer ikişer terk etmeye başlamıştı gövdesini.

Bir bahar günü tam tomurcukların patlama zamanıydı. Etrafındaki ağaçlar çiçeğe dururken o hala sonbaharı yaşıyordu. Gövdesine kazınan hangi isim varsa onu ziyarete geldi. Bu defa dert anlatmaya değil şifa olmaya.

Derken bir akşam üstü koca gövdesi yerle yeksan oldu. Son defa bir bahara tanıklık etmişti. O gövdesinin topraklara buluşmasından sonra diğer bahçelerde de ağaçlar yaprak döker oldu. Kökü o kadar derinlere salınmıştı ki her yerde bir ağacın dalı kurumuştu. Zamanlı zamansız döküvermişlerdi yapraklarını.

Elbette zamanın en acımasız yönü de insanlara “unutmak” denilen bir özelliği aşılamasıdır. Gövdesindeki harflerin sahibi birer birer unutmaya başlamıştı onu. Ancak onu etrafındaki ağaçlar hiçbir zaman unutmadı. Gelen her baharda onu hatırlatmak adına birkaç yaprak dökerlerdi. Gölgesinin kavuştuğunu pencerede kuşlar öterdi vakitlice. Şimdi gövdesinin olduğu yerde koca bir boşluk, gölgesinin kavuştuğu pencerede derin sessizlik, yüreklerde ise her gün sonbahar…

Babalar bir evin çınarıdır. Meyvesi olmasa da gölgesi yeter etrafına. Kendi kavrulur da güneşin altında etrafına serin bir ılık rüzgar savurur. O gitti mi dökülmeye başlar yapraklar, solmaya başlar çiçekler, soğumaya başlar yakıcı güneş, ketumlaşır tüm kuşlar ve yüreklerde onulmaz bir yara…

Hayatınız boyunca o çınara sahip çıkın. Elbet göçüp gidecektir o da kendinden öncekiler gibi fakat onun gölgesinde oturduğunuz her dakikanın güzelliği bambaşkadır. Onun dallarının arasında bir yuva kuracaksınız, o dalları incitmeyin…

Bir çınar ki…
Gövdesine kazılan isimler değil, yüreğine kazılan sözlerdir onu yaşatan…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol