Yıllardır metro istasyonunun bir köşesinde öylece bekleyip duruyordu. Önünden geçen binlerce insan belki de onun varlığından bile habersizdi. Unutulan bir bavul gibi. Satmaya çalıştığı renk renk güllere gözleri takılırdı çoğunun ama kimse o tezgahın ardında bekleyen gözlere bakmıyordu. 

Yılların ona pek de cömert davranmadığı gibi yüzünde de kendisini hatırlatan çeşitli izler bırakmıştı kırışıklar halinde. Her sabah gelip binbir özenle dizerdi gülleri önündeki tezhaha ve hiç sesini çıkartmadan beklerdi o günkü nasibini. Birkaç sevgili önünden geçerken içlerindeki aşkın da heyecanıyla alıverirlerdi renklerin en güzellerini üzerlerinde taşıyan güllerden. Sonra mutluluklarını da yanlarına alıp uzaklaşırlardı oradan. O ise yine kendi yalnızlığıyla kalırdı tezgahın ardında.

Metro istasyonuna adım atan herkesin acelesi vardı sanki. Herkes bir yere yetişmenin telaşıyla hareket ediyordu. Sadece onun gözlerinden bihaber değillerdi. Kimse kimsenin yüzüne dahi bakmıyordu. İnsanı yoran bir gürültü vardı sürekli ve ağızlardan çıkan sözlerin hiçbiri anlaşılmıyordu. Hepsi havada asılı kaldıktan sonra soğuk betona çaparak yankılanıyordu kulaklarda. Çoğu da anlamsız...

O sözlere eşlik eden ise sadece atılan her adımda çıkan seslerdi. Kimisi oldukça emin bir şekilde yere basıyordu, kimisi ise yalnıza parmak uçlarına dokunurcasına yürüyordu bir yere kavuşma ümidiyle.

Hayat, zamanla kol kola girmiş onun önünden hızla geçiyordu. Kimse bunun farkında değildi buna kendisi de dahildi. Her gün gelip gülleri satmaya çalışıyordu ancak zamanın geçip gittiğinin farkında değildi. Belki de aynaya bakınca fark edebilirdi, omuzlarına çöken günün yorgunluğu izin verirse. Başka gözlere nazar edemeyince kendi gözlerine de yabacılaşmıştı.

Sevgilisine güllerden bir hediye verenin içinde ayrı bir heyecan, onları alıp koklayan sevgilinin içinde apayrı bir duygu peydah oluyordu. O ise bunun pek de farkında değildi. Sadece onları satıp sıcak bir çorba içebilmemin derdindeydi. Uzun yıllar olmuştu güllerin onun için bir anlam ifade etmeyişi.

Önünden geçen kalabalıklara bakıyordu ancak bakışları hava asılı kalmıştı.

Onu görmeyen gözleri o da kendince öyle mi cezalandıyordu... Belki de....

Bir gün tezgahının ardında öylece bekliyordu başında beyaz bir şapkayla.

Yanına bir çocuk yanaştı birden, içinde bulunduğu kalabalığın o yorucu gürültüsünü yararak.

O yine başını önüne eğmiş gelip de gülü soracak olan bir sesi bekliyordu. 

Sonunda çocuğun sesi istasyonun duvarlarında yankılanarak onun kulağına ulaştı.

Başı kaldırdığında karşısında duran çocuğu görünce yüzünü küçük bir tebessüm yerleşti, gelen her müşterisi için kullandığı gülümsemedene.

Güllerin fiyatını sordu ve içlerinden bir demek beyaz gül alıverdi.

Cebinden çıkardığı hafif buruşmuş parayı ona uzattı.

Tam cebinden para üstünü çıkaracakken çocuğun aldığı beyaz gül demetini ona uzattığını fark etti.

Önce kısa süreli bir şaşkınlık yaşadı, çocukla göz göze geldiğinde yüzüne mutluluktan örülmüş doğal bir tebessüm yerleşti.

Onu selamlayıp oradan ayrılan çocuğun ardından müteşekkir bakışlarla bakıyordu ve şaşkınlığı üzerinden tam olarak atamamıştı.

Gülümsemesine eşlik nemlenmiş gözler vardı.

Kuruduğunu düşündüğü göz pınarları son bir gayretle akıtıvermişti inci tanelerini adeta.

O an hâlâ yaşadığını hissetti.

Satmak için çalıştığı gülleri ilk defa kokluyordu ama bu koklayış öyle bir koklayıştı ki içine çektiği bu güzel kokuyu ömrü boyunca unutamayacaktı. 

İstasyonun o rutin gürültüsünü duymuyor, kimseye bakmıyordu.

Çocuk gözden kayboluncaya kadar arkasından bakıverdi.

Sonra gülü birkaç defa koklayıp gözlerini kapadı. Kendini gül bahçesinde dolaşırken hayal etti.

Bu yaşta kibritçi kızın hikayesinin başrolündeydi.

Zamanın her ne kadar acımasız olduğunu bilse de böyle güzel şeylerin olmasını da geçip giden zamana bağlıyordu.

Aldıklarına karşılık mutlaka bir şeyler de vereceğini biliyordu.

O çocuk, kimsenin farkına bile varmadığı yorgun bir yüreğe sahip çiçekçi kadına bir gül vererek aslında ne kadar kocaman bir yürek taşıdığını gösteriyordu.

Tek başına, ölüp giden insanlığı yaşatmaya çalışıyordu.

Yaşatmaya çalıştığı sadece insanlık değildi, hayata çoktan küsmüş, sadece rutin bir şekilde atan yorgun bir kalbi de yeniden hayata döndürmüştü hem de küçük bir dokunuşla!

Elinizdeki imkanın ne olduğu önemli değil, önemli olan onunla neler yapabileceğinizi düşünmeniz.

Bir tebessüm, bir merhaba, samimi bir davranış nice dalda yeniden tomurcuk açtırabilir.

Yüreğinizde taşıdığınız her ne var ise güzellikle örülmüş onu paylaşmaya özen gösterin. 

Güzellikler paylaşıldıkça çoğalacaktır göreceksiniz!!!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol