14 Şubat Dünya Öykü Günü’nde İstiklal Caddesi ve Füruzan, Türk edebiyatının önemli isimlerini son yolculuğundan önce yine bir araya getirdi. Yazar Füruzan’ın Türk edebiyatına katkıları ve eserleri üzerine düzenlenen etkinlik, Yapı Kredi Yayınları’nın Loca salonunda gerçekleşti. Füruzan’ın son yolculuğuna uğurlanmadan önce düzenlenen anma törenine edebiyat ve sinema dünyası yanında yazarın okuyucuları da katıldı. Yazar ve sinema eleştirmeni Atilla Dorsay Füruzan’ın sinemaya katkısına vurgu yaptı: “Gecenin Öteki Yüzü” isimli televizyon dizisinin senaryosunun Füruzan’a ait olduğunu ve “Ah Güzel İstanbul” filminin de Füruzan’ın bir kitabından uyarlandığını dile getirdi.  Salonda Füruzan’ı seven herkes söz alarak konuştu. Salonda onu seven bir kişi daha vardı. Gazeteci ve yönetmen Naci Çelik Berksoy Füruzan’ın daha edebiyat dünyasında eser vermediği yıllara götürüyor bizi:

Füruzan’ı 1969-1970’den bu yana tanıdığını dile getiren yönetmen Füruzan’ın edebiyat dünyasına verdiği ilk eseri “Parasız Yatılı’nın” ilk adının “Piyano Çalabilmek”ti. Füruzan tekrardan yeni isim bulduğunu ve Parasız Yatılı olmasına karar verdiğini söyledi. Kemal Tahir’in ameliyat olacağı gün Haydarpaşa da gördüğünü dile getiren Berksoy o yıllarda çok sık görüştüğünü Füruzan’ın kitaplarının arka kapak fotoğrafları için amatör fotoğrafçılık yaptığı dönemde fotoğrafını çekmesini ister. O dönemde Turhan Selçuk ile evli olan Füruzan’ın Belgrad Ormanında bir makara film kullanarak fotoğraflarını çektiğini dile getirdi. İki yıl önce 2022’de Sözcükler Dergisi’nde fotoğraflarının birçoğunu yayınladım. Füruzan Hanım fotoğraflarını yayınladığım Sözcükler dergisinin sayısını istemiş. Ancak yüz yüze görüşmemiz maalesef 1975’ten sonra olmadı. Yüz yüze göremedim. Çünkü ben edebiyat dünyasından TRT’de program yapmak için televizyona geçtim. Hatta o dönemlerde edebiyat dünyasından televizyona geçenlere “Televize oldular” denirdi. Füruzan çok önemli bir yazardı.

TRT’ye geçiş öyküsü ise oldukça ilginç Berksoy’un. Evlenecek olan yönetmen cebinde üç kuruşu kalmamıştır.  “Paraya ihtiyacı” vardır. O sıralar Alim Şerif Onaran’ın Türk Sineması eserinin II. Cildi eserinde “Türk Sinemasının Eski Kuşak Yönetmen” olarak nitelendirdiği Atıf Yılmaz ile tanışır. Yılmaz’ın “Kambur” filminin hazırlık seti bir ay sürer. Çekimler başlayınca 15 gün sufleci olarak çalışır. Senaryo okumayı, çekim tekniklerini ilk olarak Yılmaz’ın Kambur filminin setinden öğrendiğini dile getiren yönetmen edebiyattan vazgeçemediğini 1980’lerin sonuna kadar çalıştığı TRT’de çalışarak televize olmayı şöyle aktardı:
Edebiyat daha ağır bastı. İki üç yıl sonra dergi için para gerekliydi. TRT’ye müracaat ettim. 1974 filandı. İsmail Cem vardı genel müdürlüğünde…Cem istifa etti ya da görevden alındı bilmiyorum. TRT’de edebiyat programları ve uyarlamaları yaptım. Bu uyarlamalarımda: Namık Kemal’in “İntibahı”, Samipaşazade Sezai’nin “Sertgüzeş” eseri, Memduh Şevket Esendal’ın “Komiser” eseri, Reşat Nuri’den “Avukat”ı ve Mustafa Kutlu’nun “Gönül İşi”ni vd…severek çektim.

TRT’deki ilk işimde James Joyse’nin “Sanatçının Bir Genç Olarak Portresi” diye bir eseri vardır: Bundan esinlenerek Hayatım Roman diye bir dizi çektim. En sevdiğim önemli bulduğum işimdir dramada…ki politikanın en çalkantılı dönemiydi. Sanat ve sanatçılar için hem iyi hem kötü bir dönemdi. Ya saldırıya uğrarsınız ya da beğeni alırsınız. Şimdiki gibi değildi. Yazar  Selim İleri benim okuldan arkadaşım. Sinema filmi olarak Selim İleri ve Ayşe Şasa ile birlikte yazdıkları bir senaryo var “Her gece Bodrum”u kendilerine söylemeden çektim yani…O işten de paramı almadım.  “Gülçiçek (Kader)” diye film çektim bunların başrolünde Hülya Koçyiğit oynadı. En son da 2010’da “Paramparça” filmini çektim. O filmimde fena film değildi.

Bana ‘Yeşilçam mı?’ derler genelde, Yeşilçam ile alakam yoktur. Kameramanından setçisine kadar Yeşilçam ile çalıştım. Bu anlamda Yeşilçam’dan olduğumu söyleyebilirim ama oradan yetişme değilim.

Edebiyat sevgisinin öğretmen kökenli bir ailede yetişmesinden mi kaynaklı olduğunu soruyorum. Ailedeki yetişme kültüründe kitap okumanın önemine dikkat çeken yönetmen edebiyat sevgisini mazisinde yer alan eğitime ve eğitimcilere borçlu olduğunu dile getiriyor. Daha İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu’ndan mezun olmadan öğrencilik yıllarında gazetelere ve dergilere gönderdiği yazılar ve eleştirileri altmışlı yılların sonundan itibaren yayınlanır. 1971 Nisan- 1975 Haziran arasında yayımlanan “Türkiye Defteri” başlıklı aylık dergiye birlikte hayat veren arkadaşları Hulki Aktunç ve Taylan Altuğ ile yayımlanan derginin ana gündemini: Marksizm, Osmanlı, Batılılaşma gibi konulardır. Derginin yaklaşımı daha çok Kemal Tahir’in görüşleri doğrultusunda. Yönetmen edebiyat sevgisinde eğitim hayatının önemine vurgu yapıyor.

Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi’nde son sınıftayken edebiyat hocam Vedat Biryol vardı. Rahmetli edebiyatla ilgili temelimi atmıştı. Arkadaşlarım kitap okumayı seviyordu. Edebiyata olan merakım ve sevgim beni Sosyal Antropoloji ve Etnoloji bölümünü seçmeme vesile oldu. Eskiden benim dönemimden önce istediğin okula giderdin. Okulun sınavına girerdin. Üniversiteye giriş sınavı yoktu. Benim zamanımda üniversiteye girişte ilk kez toplu yapılan sınav oldu: Türkoloji, siyasal bilgiler ve sosyal antropoloji yazdım. Sosyal antropoloji ve etnoloji ismi hoşuma gittiği için onu yazdım ve kazandım. İki yıl okudum. Hocamız İngiliz bir hoca olduğu için tercümanlarla çeviri yapılıyordu. Sonra gazetecilik okuluna geçtim ve gazetecilik okudum. Arkadaşlarımla birlikte dergi çıkarmaya karar verdik. Dergimizin adı Türkiye Defteri 20 sayı çıktı. Ancak bütçemizi zorlayınca devam edebilmek zordu. Dergiye devam edemedik.


77 yaşındaki yönetmen Berksoy’a dünya sinemasında Hollywood sineması mı Avrupa sinemasını mı ağırlıklı olarak izlediğini sorduğumda: Sovyet sinemasıyla büyüdüğünü o dönemin sinemasının bugünküyle aynı olmadığını Sovyet filmlerinin özellikle sanatsal ve kültürel açıdan zengin olduğunu dile getirdi. Sovyet sinemasında demokrasinin olmadığı bir dönem sanatın önemli bir rol oynadığı bir dönemden geçtiğini ancak  Rus sinemasının artık Doğu Avrupa ülkesi haline geldiğini ve zamanla değiştiğini dile getirdi. Sovyet sinemasının önemli isimlerinden Sergey Einstein mı Andrey Tarkovski mi? Einstein yapıtlarının hala etkileyici olduğunu belirtirken, kendi film anlayışına Tarkovsky’nin film tarzının uymadığını ifade ediyor.

Ben Sovyet sinemasıyla büyüdüm. O zaman sinema Tek vardı. Oraya gider Sovyet filmlerini seyrederdik. Günümüz için Einstein yapıtlarının hala etkileyici. Tarkovsky’nin tarzı bana göre değil. Ancak geçen günlerde Rus yönetmen Kirill Semyonovich Serebrennikov’un “Çaykovski’nin Karısı” filmini izledim. 19. Yüzyılı yansıtması açısından oldukça başarılı bir film diyebilirim. Sinemayla ilgili birçok şey değişti. Artık yapay zekâ ve teknolojiyle birlikte Hollywood daha önde projeler yapıyor. Bu filmler için izleyiciye duygusal aktarımı olmayan filmler diyebilirim. Avrupa sineması bu konuda daha iyi. Örneğin İtalyan sinemasında bir Federico Fellini vardır. İtalyanların avangart (Avan Garde) filmleri Avrupa sineması içinde çok daha iyi bir yerdedir.  İngiliz sinemasını da çok severim. Hollywood filmi denilince Steven Allan Spielberg’in filmleri iyidir.

İstiklal Caddesinde kalabalık içinde yürürken bir yandan sormaya devam ediyorum. İstanbul’un sanatsal kalbi İstiklal Caddesinde atıyor. Yeşilçam Sokağını geçerken İstanbul’un Yedi Tepeli güzelliğini film şeridi gibi gözünüzün önünden akmadan geçmez. Gazeteci ataklığıyla İstanbul’u anlatan yeni çalışmayı dizkapaklarına platin taktırdığı bacaklarıyla adımlarını atarken bir çırpıda anlatıyor:

YouTube gibi dijital platformların, “Üç Dublede İstanbul” gibi projelerle şehirlerin ve kültürlerin tanıtımına katkı sağladığını ve bu projelerde yer almanızın da bahsedilen projenin ilk dublesinin YouTube’da yayınlandı. Bu, şehirlerin ve kültürlerin dijital platformlar aracılığıyla tanıtımı için yeni bir yaklaşımı temsil ediyor.

Tekrar sözü dünüyle bugünüyle Türk Sinemasına getiriyorum. Yeşilçam’ın öneminin inceliğine şöyle vurgu yapıyor.

Günümüz sineması ile Yeşilçam sineması arasında büyük bir fark var. Yeşilçam sineması halkla buluşan sinemaydı. Halkla bütünleşirdi. Şimdilerde ise şu kadar izleyici izledi diye popüler kültüre yönelik yapılan filmler bambaşka bir izleyicidir. Siyah beyaz Türk filmleri döneminde kuyruk olurdu. Taşrada yazlık sinemalar vardı. Taşralı izleyici filmlerde kendini buluyordu. Günümüz izleyicisine eski filmleri 1970’lerin filmleri gibi filmler yapılmış olsa ve vizyona girse izleyici zevk almayacaktır. Eski Yeşilçam filmleri yok edilmiş oldu: Duygusallık yok oldu. Kemal Sunal filmleri önemlidir. Sunal’ın oynadığı filmlerin yapılmasını da sağlayan Yeşilçam’ın birikimidir.  Günümüz filmlerinde halkın nabzının tutulup tutulmuyor mu…bilmiyorum.

Yeşilçam’dan olmadığını dile getiren yönetmen bağımsız sinemanın önemini vurguluyor. Cem Yılmaz’ın filmlerinin halkın nabzını tutmada çok başarılı buluyor. Bağımsız sinemayı ise şöyle değerlendiriyor:

Bağımsız sinemacılar çok cesurlardır. Onlar, kendi hesaplarına film yapar. Sinema pahalı bir iştir. Hatırla gönülle yapılmaz. Yeni yönetmenlerden filmlerini başarılı bulduğum isimler Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan. Yurtdışında ve yurtiçinde başarılı filmlere imza attılar. Kendileri senaryolarını hazırlıyor. Filmlerini kendileri yönetiyor. En önemlisi de yapımcılığını kendileri yapıyor. Gerçek bağımsız sinemacılar yapımcılıklarını kendileri yapar. Yönetmen vizörden gördüğünü eline verilen senaryoya göre aktarandır. Teknik açıları ve ışığı belirleyen kişidir diyebiliriz. Yönetmen filmin başka hiçbir aşamasında yoktur.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol