Bir ömrü tüketir insanoğlu huzurun o eşsizliğini bulabilmek için ancak çoğu onu nerede ve nasıl arayacağını dahi bilmez, bu yüzden de huzuru bulup bulamadığının farkına dahi olamıyor.

Her şeyi satın alacak kadar zengin olduğunda huzura ve mutluluğa erişeceğini düşünenler var mesela ki sayıları oldukça fazladır. İstediği variyete kavuştuğunda bir şeylerin eksik olduğunu anlar ve büyük bir boşluğa düştüğünü fark eder çünkü banka hesabının kabarık olması huzurunu aynı şekilde yükseltmediğini anlar. Bunu kavrayanların da sayısı maalesef yeteri kadar değildir. Bu olsa bile onların bu fark edenlerin ifadelerine inananların sayısı yok denecek kadar azdır çünkü insanlar genellikle duymak istediklerine ve görmek istediklerine inanırlar. Bunun yanlış olduğunu ise acı bir tecrübe ile öğrenirler.

Dedim ya herkes kendince başka yerlerde ve yollarda arar huzuru fakat ona ulaşanlar ya da ona ulaştığını kavrayanlar çok azdır. Şunu anlamalıyız aslında, kişinin cebinin doluluğuyla huzuru doğru orantılı değildir; ruhunun doygunluğuyla huzura ermesi paraleldir aslında.

Asıl eksikliği orada yaşıyoruz. Kalbimiz, ruhumuz belli bir zenginliğe ulaşmadıkça veya o saflığını kaybettikçe bizler de gerçek huzurdan o kadar uzaklaşırız. Nefsin ve bedenin isteklerinde aranan mutluluk geçicidir, onda aranılan huzur ise gerçekte ulaşılmak isteneni bir perde arkasına gizler. Üzerine çekilen kapkara bir perde ile kaplı olan pencerenin ardında gizlenmiş olan güneşe ulaşmak için o perdeyi yavaşça aralamak yeter aslında ama bizler sadece o karanlığa küfrederek aydınlığa ulaşabileceğimizi düşünüyoruz.

Ormanları yok ederek dikilen beton yığınları mutlu edemeyince bizi, onun enkazının altın kalanı aramaya çalışırız ancak o enkazı kaldıracak gücümüz kalmamıştır. Daha sonra duvarlara, kaldırımlara, sokaklara yapay güzellikler yerleştirmeye başladık. Bir ağacın gölgesinde dinlenmenin verdiği huzuru, bir kuşun hayat dolu cıvıltısını, bir gülün tarif edilemez kokusunu… hepsini içine düştüğümüz yapaylıkta oluşturup huzura ermeye çalıştık, daha sonra da onun içinde kaybolup bu defa kendimizi aramaya koyulduk. Onun da kırıntısına dahi rastlamayınca düştüğümüz derin kuyunun kör karanlığında üşümeye başladık. Düştüğümüz o derin koyu karanlığa sahip kuyudan çıkamayanlar kaybolup gitti bulamadığı huzurun ardı sıra ancak oradan Yusuf misali çıkıp Mısır’a kral olamasa da kendi huzurunu inşa edenler gerçek huzura ve mutluluğa ermişlerdir.

Çok uzaklarda da aramaya gerek yok aslında. Biraz kendi içimize dönmemiz, yakınlara bakmamız birçok güzelliği keşfetmemizi sağlayacaktır. Bir çocuğun masum gülüşünde, bir annenin merhametinde, bir babanın fedakârlığında, bir tebessümde,bir selamda, sıcak bir sofrada, bir bardak çayda, bir fincan kahvede, bir çiçeğin dalında, gülün dikeninde, göğün mavisinde, suyun şırıltısında,

Ne aradığımız kadar onu nerede aradığımız da önemlidir. Perdeleri kaldırarak aydınlığa varmak bizim elimizde. Ruha ve kalbe ulaşamadıkça, onları belli bir doygunluğa vardırmadıkça huzura ve mutluluğa eremeyiz. Önce kendi içimize dönüp kıvılcımı yakalım her yerin birer meşaleyle aydınlanmaya başladığını göreceğiz.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol