Şair Şükrü Erbaş bu konuda “İnsanın acısını insan alır” der. Bir başka şairimiz Necip Fazıl Kısakürek Zindandan Mehmet’e Mektup şirinde “Yalnız seccademin yönünde şefkat/ Beni kimsecikler okşamaz madem. Öp beni alnımdan, sen öp seccadem” der.

      Sanırım, en mantıklı en hakiki yönelim şekli Yüce Allah’a yönelmek.

Onun dışında neye tutunsak elimizde kalıyor.

Ancak dünya yaşamının cazipliği, insanın dünyada “özne “ olma mücadelesi 21.yy’da doruğa ulaşınca bulunduğu boyutu elinin tersiyle itmek çağımızda nefse ağır geliyor. İman ve ihlasımız dervişçe bir mod ve mevkiye ne yazık ki çok uzak.

Çağı yakalayalım derken bir başka treni kaçırdık sanki.

       Pandemi süreci aslında yalnızca ibadet etmek, inzivaya çekilmek tefekkür etmek gibi içsel mekanizmalarımızı harekete geçirmedi. Nesneye, daha farklı bir bakış açısı getirdi.

Nasıl sabah nasıl akşam olduğunu anlamadığımız zamanın su gibi akıp rüzgâr gibi estiği anlardan can sıkıntısından ne yapacağımızı bilemediğimiz anlara geçiş yaptık.

      Evvelce, atadan dededen kalan yerleri üçe beşe satıp şehirde standardı yüksek konforlu bir yaşamın hayalini düşlerdik.

Ocak umudu olacağımıza, ocağımızı söndürürdük.

Yasaklar ve kısıtlamalar nerdeyse imkânlar ve bu olanaklardan yararlanmak noktasında köylerle şehirleri aynı noktaya getirdi.

Şimdi de bir bağ evi bir iki dönüm yerimiz olsun şehrin gürültüsünden virüsün etkisinden kurtulalım derdindeyiz.

Medeniyetin kelime anlamın da kaynağı şehir medeniyeti maalesef çökmüştür.

     Çoktandır hissizleşmiştik.

Daha da hissizleştik.

Dinlediğimiz şarkı, izlediğimiz film, gün boyu arşınladığımız sokaklar caddeler eski tadı vermiyor.

Türk müziğinin duayen isimlerinden Münir Nurettin Selçuk’un “Bahar bitti, güz bitti/Artık bülbül ötmüyor/ Yâre tel çekem dedim. Tel derdim iletmiyor” eserinde dediği gibi şimdilerde eskisi gibi değil hiçbir şey. Artık, ölüye ağlamıyor, diriyi sevmiyor madde planından mana planına geçemiyoruz.

Çiçeği saksıya kuşu kafese koymuştuk.

Esas amacımızdan çıkmış başka amaçlara sapıp bazen de amaçsız yaşar olmuştuk.

      

      Pandemi geldi herkes fabrika ayarlarına mı döndü? Elbette, hayır çünkü felaket de olsa kıyamet de kopsa her insanın ruh hali ve iç dünyasında aynı tepkiler gelişmiyor.

Bu süreç bir var ki birçoğumuza “düşünme” imkânı verdi

. Günlük yaşamın pratiğinde tefekkür etmeyi düşünmeyi bile çoğu zaman ihmal etmiştik.

Düşünmeye iç âlemimizi muhasebe etmeye bile vaktimiz yoktu!

Pandemi bize düşün düşünebildiğin kadar dedi.

Sorgula ve güncelle dedi.

Artık kim nasiplenir kim nasiplenmez Allah bilir.

      İnsani ilişkilerimizde zaten birbirimize mesafeli olmuştuk. Şimdi de sosyal mesafeden şikâyetçi olduk!

Alışkanlıklarımızdan zevklerimizden ister istemez uzak kaldık.

Misal, İzzetpaşa civarındaki çay ocaklarında  oturup bir çay içmek, köftecilerde salçası boydan yanmış bir köfte  yemek bile hayal oldu .

      Anı yaşayacak, istediğimiz geleceğe dair pek umutlarımız olmadığı için herkeste bir nostalji tutkusu başladı.

Yaşlı insanlarımızın dilinden hep alışık olduğumuz “nerde o eski insanlar, nerde o günler “ sözlerini yaşı 20,30 olan gençlik olarak bile söylüyoruz.

       Yaşlılar, gençliklerine, gençler çocukluklarına belki hiç bu kadar vurgu ve duygu yüklemesi yapmamıştı.

       Salgın süreci nihayetinde birçok şeyi yeniden hatırlattı. Sözgelimi“ sağlık olsun, hayırlısı olsun, inşallah” sözlerini bir niyaz bir dua mahiyetinde değil ağzımıza sakız olmuşçasına söyler olmuştuk.

Bu süreçte gerçekten her şeyin başının sağlık olduğunu öğrendik.

Ağzımız daha dualı daha niyazlı.

Çok değişken ruh hallerimiz de olmuyor değil.

Üzerimizde bir ölü toprağı bazen anlık diriliyoruz. Akşam vakti “Segâh bir ezanla Aziz Allah” deyip sebepsiz ve tarifsizce modumuz yükseliyor.

Ancak bu ruh hali de kısa sürüyor.

     

       İnsan tabiatına göre bu süreci hissetmiyor gözükmek salgın sürecinden soyutlanmak adına Tv’ye kitlenenler, film paketlerine üye olanlar, namaza başlayanlar, Kuran okuyanlar, kitap okumaya heves edenler,  karantinaya kapanıp eve hapsolanlar gibi birçok tarz ve tavır geliştirdik ister istemez.

      Bakiyesi eksilere düşen insanlığımıza insaniyetlik yüklemesinin aslında tam vakti.

Afetler, kuraklık, virüs, ölümler insan psikolojisine ağır geliyor.

Karamsarlık mutsuzluk aşılıyor ama bu musibetler bin nasihate bedeldir anlayışını zihnimize bu süreçte aşılarsak bu zorlu süreci belli mi olur belki de ders çıkararak dersimizi alarak geçiririz.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol