Elimizde olanın kıymetini ne zaman bileceğiz?

Bu sorunun cevabını verebilen bir elin parmaklarını geçmez. Bizler ise bunun cevabını verebildiğimizde maalesef ki birçok şey zamanın çarkları arasında tuz buz olup gidiyor. Ne varsa bu hayatta sahip olduğumuz, en kıymetsiz olup çıkıveriyor. Hep olmayanın peşinde koşmaktır aslında insanı yoran. Hayalleri ve buna bağlı olarak umutları, insanı hayata sıkı sıkıya bağlar. Yine de hayat ile aramızdaki bu sıkı bağlar bizleri sahip olduklarımızın nankörü etmemeli. Hayal etmek ille de sonsuz istek değildir. Arzular sonsuzdur, imkanlar sınırlı.

Çok bilindik bir kıssa vardır;

Adamın biri gül bahçesine girer ve içinden en güzel gülü bulmaya başlar. Gördüğü ilk gül çok hoşuna gider. Tam onu dalından koparıp geri dönecekken bir başka gül gözüne ilişiverir. Elini bu defa ona uzatır ancak daha onun yapraklarına dokunamadan gözüne bir başka gül takılır. Bu defa onun peşinden gider. Gördüğü her gül ona bir öncekinden daha güzel gelmeye başlar. Sonunda bahçenin sonuna kavuşur ama hâlâ en güzelini bulamamıştır güllerin ve bir tane dahi koparamadan öylece çıkıverir.”

Hep daha iyisine sahip olma hırsından dolayı bir tane gülü koparıp koklayamadan yolculuğunu tamamlıyor insanlar hayatlarının büyük bir bölümünü. Çünkü “Belki daha iyi çıkar karşıma” diyerek karşına çıkan güzellikleri fark edemez. Sonradan dilinde “keşke”lerle dolu, hayıflanmalarla bezeli bir ağıt oluşuverir.

Bunun adı en iyisini aramak olsa da bir diğer adı da tatminsizlik, şükürsüzlük olur. Zaten “Şükür” kelimesini sözlüklerin tozlu sayfaları arasında bırakalı birçok şeyden tad alamaz olduk. Onun gerçek ve derin anlamını hatırladığımızda birçok sıkıntıdan kurtulacağımıza inanıyorum. Şükür, bir bakıma da kıymet bilip değer vermektir. Dikkat ederseniz bize yardım edene teşekkür dahi etmeyiz. Teşekkür de şükür kökünden gelir ve teşekkürün olmadığı bir yerde şükrün de hükmü pek yoktur.

“İnsanoğlu sahip olduğunun nankörü, sahip olamadığının kölesidir.”

Bizler kendi bilinçaltlarımızın kölesi hâline geldik.

“Nankörlük” ile başlayıp “kölelik” ile devam ettiriyoruz hayatın bir kısmını.

Bu pırangaları ise bizler kendi ellerimizle takıvermişiz bileklerimize.

Attığımız her adımda takılıp düşmekten kurtulamıyoruz.

Bizlere değer veren insanlardan başladık önce bu tatminsizliğe.

Kim bizi değerli hissettirdiyse önce ona sırt dönmüşüz.

Bize iyiyi, doğruyu vermeye çalıştığı için belki de daha iyisini aramaya başladık.

Bu arayışının sonunda da en iyisinin peşinde koşarken sahip olduklarımızın da artık var olmadığını fark ettik.

O zaman da geri dönülmez bir zaman yolculuğunun sonuna varmış oluyoruz.

“En iyisini ararken iyisini kaybediyoruz.”

Diye açıklar Franz Kafka. 

Peki bu cümleyi şöyle bir soruyla destekleyelim.

“En iyisi veya en güzeli hangisi?”

Yani onu bulduğumuza inandığımızda her şey bitecek mi?

Tamam en güzeli, en iyisi bu, diyip artık hayattan tat almaya başlayabilecek miyiz?

Tabi ki bunun cevabı da kocaman bir “hayır!”

Hayatın kendisi bir arayıştır zaten.

İrademize hakim olup elimizdekilerin kıymetini bilelim.

Elbette ki güzeli aramaya devam edelim ancak sahip olduklarımıza da şükredelim ve kıymet bilelim.

En iyisini ararken yokluklar içinde kaybolmayalım...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol