Tıp bilimine ve çalışmalarına olan saygım ve taraftarlığım, manen de olsa desteğim tamdır. Başlığa geniş açılı bakmanızı mecazen vurgu yapmak adına kendi doktorun olamazsan diye ifadeyi bıraktım. İsterim ki asgari seviyede de olsa irdeleme, yorumlama, doğru ile yanlışı ayırt edebilme yeterliliğine sahip olalım, bilelim. Tıp bilimi ve doktorlarımız çalışmakta ve her geçen gün daha sağlıklı, daha kendinden emin, kargaşa ve ikilemlerden uzak, endişesiz bir hayat yaşamamız için gayret gösterip mücadele vermekteler. İşte tamda bu noktada tüm doktorlarımız böyle mi diye sizleri düşünmeye davet ediyorum, biliyorum, biliyoruz ki, tüm doktorlarımız değil, ne üzücü ki bazıları kapitalist sistem baskılarına yenik düşmüşler. Her birimiz için aydınlanma sağlayacağı öngörümle sayın, sevgili “Serdar Hakan ÇİFTÇİ” yazısını okumanızı ve almamız gereken ve okuma yetisinden uzak sevdiklerimizle paylaşmanızdan fayda edineceğiz kanaatini taşıyorum.
*
İsmim; Serdar Hakan ÇİFTÇİ, 46 yaşındayım. Evliyim. 20 yaşında ikiz kızlarım var. GATA mezunu tıp doktoruyum ve halen hekimliğe aktif olarak devam etmekteyim.
Sağlıkla ilgili yazılanları okuduğumda gördüm ki; çok fazla malumat, bilgi eksikliği ve kavram kargaşası var. Konuşulanlara ayrı ayrı değil, umumi bakış, genel olarak cevap vermeye çalışacağım.
Öncelikle Tıp Fakültelerimizde gıda, besin tamamlayıcılarıyla alakalı bir ders okutulamadığından, Türkiye’deki doktorların %95 i doçent, profesör de olsalar, balık yağı, polen, arı sütü gibi ek besin maddelerini ve kullanım alanlarını bilmemektedirler. Geri kalan %5 ise tıbbi çalışmalarda veya yurt dışı kongrelerde tesadüfen bunlarla karşılaştığı için bilir ama onlar da nerelerde ve ne dozda kullanılacağını bilmezler.


Burada suç biz tıp doktorlarında değil, Türkiye'deki Tıp
Eğitimindedir. Yurt dışındaki hekimler bu tür ürünleri bilmekte ve
“tamamlayıcı tıp" olarak kendileri de dâhil herkeste kullanmaktadır. Aksi takdirde Türkiye de hiçbir vicdanlı doktor;
- 9 tane balık yağıyla; romatoid artriti,
- Aloe vera ve propolisle; reflü, gastrit ve ülseri,
- Aloe vera ve propolis ve balık yağıyla; astımı,
- Balık yağı, B12 ve folik asitle; psikiyatrik rahatsızlıkları, 
- Balık yağı ve argiyle; damar tıkanıklıklarını,
- Ginsengle; migreni,
- Polen ve pomesteenle; kansızlığı,
- Aloe vera, polen, fields of greens ve balık yağıyla; şekeri,
- 6 tane besin tamamlayıcısıyla; kanseri, vurabileceklerini bilselerdi,
kullanmazlar mıydı?
Onca insan kilo problemiyle boğuşurken, zayıflatıp sağlıklarına
kavuşturmazlar mıydı onları? Tabii ki kullanırlardı ve tabii ki
kavuştururlardı. Meslektaşlarımın bu çeşit ürünlere menfi, olumsuz tepki vermelerinin altında sadece bilgi eksiklikleri değil, sağlığı paraya dönüştürmeye çalışan, tıpta “ŞARLATAN" dediğimiz ucube yaratıkların piyasadaki engellenemeyen varlığı da yatar. O yüzden bir hekime balık yağını, polen ya da propolisi sorduğunuzda; “Bırak bu saçmalıkları, sen doğru beslenmene bak” cümlesini duyarsanız şaşırmayın. Çünkü onlar gıdaların, besin maddelerinin besin değerlerini yitirdiğinin, neredeyse bütün nebatatın, bitkilerin genetik yapılarıyla oynandığının ve hastalıkların altında yatan sebeplerin yine bu mevcut tüketilen besin maddelerinin olduğunun farkında değiller!
Gelelim doğru malumat ve bilgilere:
Nebati omega3, asla hayvani omega3’ün yerini tutmaz!.. Yani ceviz,
ıspanak, semiz otu yiyerek bu iş olmaz!.
"BALIK YAĞI; doğumdan ölüme kadar herkesin sistemli, düzenli ve devamlı kullanmak mecburiyetinde olduğu, en mühim ilave gıda, ek besin maddesidir.”
Türkiye'deki meslektaşlarım bilmeseler de, dünyada en çok bilinen ve üzerinde en fazla tıbbi çalışma yapılmış (2.400 den fazla çalışma var) maddedir üstelik Omega3. Tıbbi olarak 4 hususiyeti, özelliği vardır balık yağının;
1) Antiinflamatuar; iltihap giderici,
2) Antioksidan; temizleyip yenileyici,
3) Antitümöral; kitle engelleyici,
4) Antiaterosklerotik; damar sertliğini, daralma ve tıkanıklıkları önleyici…
Amerika'dan İngiltere'ye, Avustralya'dan Almanya'ya kadar herkese, üstelik doktor nezaretinde kullandırılmaktadır balık yağı.
Japonya'da ise balık yağı kullanımında, direkt sağlık bakanlığı devrededir.
Yeni doğan bebeğe - Biz Türkiye'de, bebek 6 aylık olana kadar anne sütü dışında bir şey vermezken - anne sütüyle birlikte balık yağı da vermektedirler.
- Üstelik de neredeyse bizim büyüklere verdiğimiz doz olan 0.9 gram/gün olarak.
- 3 ile 5 yaş arası bütün çocuklara; bizdeki erişkin dozunun 1.5 katı olan
1.5 gram/gün verilmektedir.
- 50-70 yaş arası kadınlara; 2.5 gram/gün, erkeklere 2.9 gram/gün,
- Hamilelere; 2.1 gram/gün,
- Lohusalara; 2.5 gram/gün kullandırılmaktadır.
NETİCE
Sonuç ne sizce?
Türkiye'de kalpten ölüm oranı %50 iken yani 2 kişiden biri kalpten ölürken;
Japonya'da bu oran %13 tür!
Japonya’da 100 yaş üzeri yaşayan insan sayısı ise; (Verileri görmeme rağmen inanmakta ben bile güçlük çekiyorum) tam 300.000 kişidir! 90 yaşında birisi öldüğünde: “Vah vah! Genç yaşta, çiçeği burnunda gitti” diyorlar oralarda.
Bizde ise: “Maşallah… Dünyaya kazık çakmış, amma da yaşamış” deniyor.
Piyasada çok ucuza satılan, Norveç, Alaska kökenli olduğu söylenen balık yağları var. Bunların birçoğunun prospektüslerini okudum.
Hiçbirisinde hangi cins balıklardan ve balığın neresinden elde edildiği yazılmamış! Bu kadar ucuz olmaları, düşündürücü değil mi sizce de? Benim ailemde ve kendimde kullandığım balık yağı, “somon, sardalye ve uskumru" gibi “soğuk deniz balıklarının” gövdesinden elde edilmekte. 150 devlette denetlenmiş ve o ülkelerde satılan bir balık yağı ayrıca.
Ben bir hekim olarak, bu yazıyı yazmakla vicdani mesuliyetimi yerine getirmiş oluyorum. Fakir ya da zengin hiç kimsenin bebeğinin ya da ailesinin hayatı, diğerlerinkinden kıymetli değildir ve herkesin doğru malumatlara, doğru bilgiye ulaşma hakkı vardır…
*
Bir bilim insanının, tıp doktorunun bakış açısı ve düşüncelerini, önerilerini okuduk. Şimdi her birimiz, hepimiz yine kendi düşünce ve birikimimizle, kendi analizimiz ile sentez çıkarıp bilinç temelinde bir sonuca kanaate varacağız. Bilimsel çalışma ve uğraşların çok olduğu milenyum ertesi günümüz her birimizin de soran, sorgulayan, araştıran, doğru kıyaslamalar yapabilen insanlar olmasını gerektiriyor. “Nazım Hikmet” in şiirinde ki sözler gibi “Yaşamak şakaya gelmez, Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın” , bu öneri ki günümüz koşullarında, paranın ve menfaatin daha bir ön planda olduğu çağımızda çok daha önemli ve selahiyettedir. 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol