İnsanlar her ne kadar “ben eylemlerimde özgürüm” dese de onların attıkları adımlarına yön veren başkalarının düşünceleri veya toplumun değer yargılarıdır aslında.

Bunun farkına çoğu insan varamaz ki bunun farkına varan birini, hayatı boyunca attığı adımlardan tanıyabilirsiniz.

Kendinden emin ve kararlıdır.

Seçilen meslekten, yenilen yemekten, okunan kitaptan, giyinilen kıyafetten, dinlenilen müziğe kadar her şeyde insanları denetleyen gizli bir mekanizma vardır.

Kimse dile getiremese de onların dışındaki dünya hep bir adım önlerindedir ve hemen herkes o adımların izlerini takip ederek yürür nereye kavuşacağını bilmeden.

Hep bir varoluş çabasındadırlar. Birileri tarafından beğenilmek, takdir edilmek, kabul edilmek...

Bunlar böyle olunca da aslında kimse kendisi olamıyor.

Başkalarının ortaya koyduğu kalıplara kendini sığdırmaya çalışıyor.

Ne zaman ki dış dünyanın zincirlerini kırıp kendi içindeki yolculuğa çıkar oldu insan, o zaman kendine ulaşabildi, kendini tanıyabildi ve kendi olabildi.

Küçük bir sandala binip kendi içindeki denizde yolculuk yapmak, hem de kürekleri kendisinin çekmesi kişinin kendini bulmasının en önemli başlangıcıdır. Kendisinin hangi yönünü keşfetmek isterse o yöne çeker kürekleri.

Neler yapabileceğini başkalarından değil de kendinden öğrenmesi kişiye daha çok huzur ve mutluluk verirken onlarla birlikte bir özgüven verir. Kişinin bir topluluğa kendini kabul ettirmeye çalışmaktan önce kendisiyle barışık olması ve önce kendisini kabul etmesi gerekir.

Elbette başkalarının sözleri insanları etkileyecektir ancak bunun en aza indirebilmektir aslolan.

“Hayatım çok monoton” cümlesinin önemsiz olması için kendi içindeki yolculuğu yapmalı insan.

O zaman yaşamın tekdüzeliğinden kurtulabilir. 

İnsanın iç yolculuğu o kadar uzun ve sonsuzdur ki ne ulaşılacak bir hedef ne de bir maddiyat vardır.

Sonsuzluğun içindeki o maneviyata ulaşmak huzurun başlangıcıdır ve onun yoldaşlığıyla devam eden yolculuk verilen son nefese kadar devam eder.

Yani ömür bitince biter o yolculuk. 

Zaten hayatın içinde ve zamana bağlı olarak başlayan, herkese biçilen ve “ömür” denilen bu yaşamın içinde de bir koşuşturmaca halindedir insanlar.

O koşuşturmacanın içinde yorgunluktan kaynaklı durup bekler bazen bir durakta.

O bekleyiş zamanlarında kişinin durup kendini dinlemesi...

Bazen bir gökyüzünün altında yıldızları izleyerek,

Bazen sessizliğin içinde yankılanan bir melodiye kulak kesilerek,

Bazen okunan bir şiirin en hoşa giden dizesine denk gelerek,

Bazen bir kelebeğin gökkuşağı rengi kanatlarını izleyerek,

Bazen bir çiçeğin en güzel kokusunu içe çekerek,

Yapılır bu yolculuk...

Ama ne zaman ve nasıl yapılırsa yapılsın bu yolculukta insan her zaman yalnızdır.

Kendi içinde büyüyen yalnızlığındaki “beni” bulmasına kendisinden başka kimse yardım edemez.

Çünkü maneviyata ulaşmanın temel yolu kişinin kendi yüreğinden geçer ancak unutlmaması gereken bir şey de bu “kendini bulma” serüveni engebeli, dikenli ve çetrefillidir.

Bir emek ve gayret ister...

Yapılan yolculuk sonrası hayata bakılan pencere de değişir.

O solmuş ve loş bir ışıkla aydınlatılan pencere birden en güzel çiçeklerle bezenir. Kuşlar öter, güller açar.

O zaman bu hayata neden geldiğini ve neler yapman gerektiğini anlar.

Yaşama sebebinin farkına varınca insan daha sıkı tutunur hayata ve aslında her günün birbirinden farklı olduğunu anlar çünkü günün ardından hiç kimse aynı kişi değildir.

Ne aldığı nefes, ne gördüğü kuş, ne baktığı gökyüzü, ne kokladığı çiçek, ne bastığı toprak...

Yani kimin ne dediğinden çok sizin ne düşündüğünüz önemlidir.

Kendinize ve fikirlerinize değer verin!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol