Dünya, yaşadığın hayat bir muamma, kim kimi ne kadar dinler, izler, gözler. İnsanın yaşamı boyunca en çok seveceği, en çok zaman ayıracağı yine kendisi olmalı.

Kendini keşfetmek adına, tüm denenmemiş olanları denemek adına, kişi kendisine çok zaman ayırmalıdır.

Çekingen, umarsız, ezik yapısı, hayata karşı mücadele gücünü zayıflattığı gibi, enerji ve yeteneklerinde de azalmaları, farkında olamamayı gerçekleştirecektir.

İnsan olarak yaratılmış isek, gücümüzden korkmadan, aksine farkına varma çabasıyla yaşama gerekliliğimiz vardır.

İçinde olan yetenek ve eğilimler işlenmeden, şans verilmeden şekil almaz.

Şansı verecek olan, işleyecek olan, eğilimleri bilim, fen, sosyal alanlara, uğraşlara yönlendirecek olan sensin, kişinin kendisidir.

Tanrı her yarattığı kuluna özel ihtişamlar, ışıklar katmıştır.

Dışarı çıkarmak, hayata ve diğer canlılara sunma marifeti insanın kendisindedir.

İlkokul yılların da sıkça kullanılan bir deyim vardır “öğretmenin gözüne girmek” fark edilmek ya da fark ettirilmek manasındadır.

Tüm hayat boyunca olan bu istek, yaşam uğraşları arasında kaybolur, unutulur.

Acı olan tarafı, insan doğar, yaşar ve ölür, keşfedilmeden sayısız yetenek ve özelliğini beraberinde götürür.

Bir defa daha deneme şansı bulamadan, yetersiz tanımını, tanımlamasını kendimize, kendimiz yaparız.

Öyle anlar olur ki, birkaç saniye dahi, içimizde saklı tuttuklarımızı dışa vurma hallerinde etkili olur, işte o birkaç saniye tüm benliğimiz ve yeteneklerimizin dışa vurumunu sağlar ya da ebediyete kadar saklı kalması için vazgeçişimize sebep olur.

Kendini keşfetme süreci ve bu süreci işleten kişinin yine kendisidir.

Olumsuzluklar güvensizliklerle başlar, önce kendine güveni kaybedersin, sonra insanlara birer birer.

Güvensizlik halleri öyle bir boyuta taşır ki seni, kendini keşfetmek bir yana mutsuzluk haline geçiş yaparsın, hayatın tatsız tuzsuz haline.

Kontrolü hiç bırakmamak ve sürekli canlı tutmak gerekir.

Hayatı birçok farklı şekilde anlatıp, tanıtıp, benzetmeler yaptığımız gibi, yanan bir ateşe de benzetmemiz mümkündür.

Ateşin her zaman harıl harıl, gür bir şekilde yanması şart değildir.

Ateşi kendi haline bırakmak, gidişine razı olma hali de, ateşi beslememektir, söner, külü kalır.

Örneğin bu kısmı güzel olan, birçok odun, yanarak küle döndüğü gibi, kocaman kalın, uzun süre alevli ateşi devam ettirecek bazıları alev ve ateşten uzak kaldıkları için, ateşe atılmadıkları için yanmamışlardır.

Kişinin her dal gibi, her odun gibi, hayatındaki ateşi hiç söndürmeden, alevi kıstırmadan sürekliliğini sağlaması gerekir.

9.senfonisini sağır haliyle, işitme bozukluğu haliyle besteleyen “Ludwig Van Beethoven” i bilmemiz gerek.

Evrim teorisi üzerinde bilimsel çalışmaları olan “Darwin” in kekeme ve “chagas” hastası olduğunu öğrenmemiz gerekli.

Fizik kanunları ve matematikte deha kabul edilen “Isaac Newton” un “asperger” sendromuna sahip olduğunu ve etkileşimiyle a sosyal yaşadığını hafızamızda bulundurmamız gerek.

En can alıcı örnek ise “Albert Einstein” e aittir, modern fizik dehası olan bilim adamı, otis spektrum bozukluğuna sahip olduğu için beyin lobları arasındaki bağlantı yaşamsal faaliyetlerine yetecek kadar vardı, uzun uyuma halleri ve uyanıkken dahi yarı baygın halde yaşardı.

Örnek ve kıyaslamalar için mutlak bildikleriniz, bire bir gördükleriniz, takip ettikleriniz de vardır. Kendi keşfimizi kendimiz yapmalıyız, biz vazgeçersek hiç kimse bu konuda yeterlilik ve başarılı bir sonuç sağlayamaz.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol