Eminim ki bir çok okuyucum çocukluklarında aileleri tarafından kitap okumaları için yönlendirilmiştir, uyarılmıştır, takdir edilmiştir, çevreye örnek gösterilmiştir ya da sürekli bu eksikliği dile getirilmiştir.

Kendi çocukluğumu düşünüyorum da televizyon, internet yoktu.

Ders çalışmanın dışındaki vakti ya fiziken oyun oynayarak veya kitap okuyarak değerlendirirdik.

Yine hatırlıyorum her dönem arası Şubat tatilinde öğretmenlerimiz bir kitap okuyup özetini yazmamızı isterlerdi. Dönem arası ödev olurdu.

Kitap okumaktan büyük mutluluk duyardım.

Sanırım babamdan çok etkilenmiştim.

Ben babamı tanıdığım 3-5 yaşımdan itibaren babam 91 yaşına gelinceye kadar başucu kitapları oldu. Sürekli okur ve okuduğunu da tartışırdı.

Babamın kitaplığı çok zengindi. Babam kitaplığındaki veya tavsiye ettiği kitapları okumam için bana verirdi.

Okurdum ve ana temayı mutlaka bana sorardı.

Gündüz veya akşam saatlerinde okuduğum romandaki sonu merak ettiğim için bir an önce kitabı bitirmek isterdim.

Lise öğrenimime kadar kardeşlerimle aynı odada yatınca onları uyandırmamak için yeşil renk gece lambası (aplik) altında nice kitaplar okuduğumu hatırlıyorum.

Amacım konunun sonunu okuyabilmekti.

Zamanla yaşam koşturması, iş yoğunluğu artınca gerçek kitap okuma süresi ve okuduğumuz kitapların sayısı da azaldı.

Eskiyle kıyaslanmayacak kadar az okuyabilsem de fırsat buldukça bir kitap kapağı açma hevesim kayıp olmadı.

Çocukluğumda en güzel uykuya geçişin kitap okuyarak olduğunu yaşamıştım.

Sanırım ilerleyen yaş ile birlikte çocukluğa özlem oluyor ki yine aynı tabloyu yaşamaya çalışıyorum.

Biliyoruz ki; kitap okumak bilgi birikimini artırır, yaratıcılığı artırır, kelime dağarcığını geliştirir, yazılı-sözlü ifade yeteneğini geliştirir, okumayı güçlendirir, hafızayı güçlendirir, empati yeteneğini geliştirir. Bu maddeleri artırmak mümkündür.

Yine sanırım yaşanmışlıklar ile ilgili olacak ki; ileri yaşlarda okuduğum kitaplarda bazen kendimi, bazen çocuklarımı, bazen eşimi, bazen kardeşlerimi, bazen yakınlarımı buluyorum.

Yine başladım okumaya. Okurken konulara gömülüyorum. Bazen geçmişi anımsattığı için tebessüm ediyorum.

Bazen geçmişe özlem duygularını kıpırdatıyor acı bir tebessüm, bazen geçmişe yolculuk gözlerimi kapatıyorum, “nasıl da geçti habersiz yıllar” diyerek bazen ciddi ciddi ağlıyorum, bazen de duygularımı neden gömmüşüm, dile getiremedim diyorum.

Halen okuduğum bir kitaptan beni etkileyen birkaç paragrafı sizlerle paylaşmak istedim.

Eminim ki birçok kişinin yüreğine dokunacaktır.

“Bir şeyi gerçekten istersen, onu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren işbirliği yapar” düşünceler arası çekim gücü vardır.

Özellikle olumsuz düşünceleri çekmiyor muyuz?

Kendi adıma söyleyeyim, kendim için aklıma gelen başıma gelir oldu. Bir ara sık düşer ve vücudumda olmayacak kırıklarım olurdu.

1-2 ay önce aklımdan geçti bayağı zaman oldu düşmeyeli ve kırığım da olmadı diye. 2 gün sonra düştüm yine hasar aldım. İşte çekim gücü.

Yunus Emre’den alıntı “Paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil” paylaşmak ve yardım etmenin bereketinin içerisinde olduğunu biliyoruz. Yaptığımız yardımlar gibi.

Derviş Kaşıkları hikayesinde bir kısa anı.

Bir gün Dervişe “Sevginin sadece sözünü edenler ile onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye sormuşlar.

Derviş izah edebilmek için önce sevgiyi sadece dilinde yaşayanları yemeğe çağırmış, karşılıklı oturtmuş. Sofrada çorba var, kaşık olarak her bir misafire dervişin bir metre boyundaki kaşıkları verilmiş.

Kaşığın ucundan tutarak çorba içme kuralına herkes uymuş ancak kaşık ağızlarına gitmeden çorba dökülmüş, aç olarak kalkmışlar.

Daha sonra Derviş sevgiyi gerçekten bilenleri çağırmış, aynı sofra, aynı kaşıklar, aynı oturma düzeni sağlanmış.

Gelen misafirler uzun saplı kaşıkları ile çorba alıp kendileri değil karşılıklı birbirlerine içirmişler. Herkes doyarak kalkmış.

“Mide ülserlerine yediklerimiz neden olmaz. Ülserler sizi yiyenlerden oluşur”  demiş Dr. Joseph Montague.

Hayat zaten başlı başına mücadelenin ta kendisi değil midir?

“Öyle bir çağ yaşıyoruz ki, insan insana sığınmaktan çok yalnızlığına sığınıyor” Hayat dışarıdan göründüğü gibi tozpembe yaşanmıyor.

Kitaplarda hayatımıza ışık tutan birçok konu vardı.

Zaman zaman yer vermeye çalışacam.

Son olarak hıçkırıklara boğularak okuduğum, kendimi bulduğum, kendimi yargıladığım, ne zaman bu zinciri kıracaksın diye kendime kızdığım alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum.

Okuduğum kitaptaki cümleleri aynen yazıyorum.

Eminim ki benimle aynı duyguları yaşayanların sayısı hiç de az değildir.

“Mezarlık kalabalıktır. Bir mezarın başında insanlar vardır.

Yaşlı adam tabuta sarılıp, seni seviyorum, seni seviyorum….

Diyerek ağlamaktadır.

Anlaşılan tabutta yatan yaşlı adamın eşidir.

Yaşlı adamın çocukları ve diğer insanlar bu duruma çok üzülürler, ağlayıp sakinleşmesini beklerler.

Fakat yaşlı adam her seferinde defalarca “seni seviyorum”  diyerek tabuta sarılıp ağlamaktadır. Artık toprağa verme zamanı gelmiştir.

Yaşlı adamı tabutun başından çocukları zor ayırırlar.

Adam halen “seni seviyorum, seviyorum..” demektedir.

Çocukların en büyüğü babasına sarılır ve “babacığım tamam artık, biliyoruz annemizi çok seviyordun.

Biz de çok seviyorduk fakat onu kaybettik” der.

Yaşlı adam “beni anlamıyorsunuz, ben onu çok seviyordum; fakat o yaşarken bunu ona söyleyemedim.

Onu ne kadar sevdiğimi ona asla söyleyemedim….

O bilmedi, sadece eleştirilerimi yaptım..” der ve yere yığılır”.

Konunun kahramanı eşlerden herhangi birisi olabilir. Ağlayan kadın da olabilir. Sevgimizi ya böyle kaybettikten sonra veya hastane koridorlarında sevdiğimizi beklerken haykırıyoruz.

Bu kadın, erkek, çocuk olabilir

. Okurken konuya gömüldüm ve kendimi yargıladım, kendimi buldum. İnsanın en çok sevdiği, canını seve seve feda edeceği çocukları ve eşidir.

Bizim nesil için söylüyorum kaç kişi sevgisini dile getirebildi?

Hastalandıklarında yüreğimiz kanıyor, dünya dar geliyor bu sevgi değil de ne?

Ancak duygularımızı iç dünyamızda yaşıyoruz. Sevdiğimizin vefatını rüyamızda görsek dahi o acı iliklere kadar hissedilmiyor mu?

Babamın vefatından sonra da aynı duyguları yaşamıştım.

Neden doyasıya sarılıp da “baba seni çok seviyorum” diyememiştim.

O pişmanlıkla sevdiklerime sıkı sıkı sarılmayı ve duygularımı dile getirmeyi hayal etmiş ve kendime söz vermiş olsam dahi değişen bir şey olmadı.

Artık bundan böyle duygularımızı dile getirelim derken o yetişme şeklindeki çemberi ne yazık ki kıramadık.

Nasıl olsa yakınlarımız sevildiklerini biliyorlardır diye düşünerek ruhsuz mantık ile yaşamaya devam ediyoruz.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol