Her ne kadar İkinci Yeni topluluğu içinde yer alsa da onlardan farklı olduğunu şiirleriyle gösteriyordu.

Sözcüklere öyle anlamlar yükledi ki okuyan herkes kendinden bir şeyler buldu onun şiirlerinde.

Bir dönem herkes Leyla’sını arayıp durdu.

Bir dönem Mihriban oldu gönüllere düşen sevgilin adı.

Sonra Mona Rosa oldu tüm aşıkların maşuku.

Hepsini dilinde beyaz güller, ak güller...

Kimse onun gibi taşıyamadı sevdasını yüreğinde.

Bir gazete sayfasından haykırdı yüreğinde taşıdığı duygularını.

Çünkü sevdanın mahrem olduğu bir dönemde düşmüştü onun yüreğine.

Şimdiki gibi ayaklar altına alınmamıştı Yunus’un “kıymetli nesne” dediği aşk... 

Dirilişin Amentü’sünü yazmıştı bir kere.

Üzerine çöken ve içine kadar sirayet eden o ölü toprağını üfletip atıvermişti inananların üzerinden.

Asıl dirilişin nereden geleceğini biliyordu ve bunu da kelimeleriyle ifade etmeye çalışıyordu.

“Umutsuzluk yok! 

Gün gelir gül de açar, bülbül de öter.”  

diyerek umudu aşılamaya çalıştı seise düşen gönüllere.

Umusuzluğa düşülmemesi gerektiğini, doğan her günün yeni umutlar getireceğini söyler.

Gün çıkıp geliveriyorsa dağların ardından umutsuzluğa düşmenin bir anlamı var mı?

Kaldır başını ve göğün mavisine bak!

Orada neyin gizlendiğini göreceksin!

“Sakın kader deme! 

Kaderin üstünde de bir kader vardır!”

Cümlesiyle kadere inanmanın önemini ifade ederken onun üzerinde de kaderin olduğunu bilerek mücadele etmeye devam edilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştı.

Yani kader demenin bir boyun eğişten ziyade çalışmaya ara vermeden devam edilmesi gerektiğini söylemişti.

İmanın aslında sürekli bir mücadele gerektirdiğini ifade etmeye çalışıyordu.

Ömrü boyunca kendini gizledi durdu insanlardan uzak durmaya çalıştı ama gönüllerinde en güzel yeri aldı şiirleriyle.

Adını dahi hatırlamayanların dilindeydi sevdaya dair sözleri.

Sevgiliye onun şiirleriyle hitap ettiler.

Herkesin bir Mona Rosa’sı vardı adları değişse de.

Zamane aşıklarının adları sıklıkla değişse de sevdalarının, onda sevdanın adı da tadı da hep aynıydı ki o, bu toprakları terk eylese de sevdası sonsuza dek yaşayacaktır bu gök kubbenin altında.

Söz uçardı bir gün ama yazının kalmak gibi bir inadı vardı.

“Ve son sözü hep alın yazısı söyler!” demişti ya üstad işte şimdi öyle oldu.

O her ne kadar kelimelere hükmedip onları duygulara büründürüp sayfalara dökse de söylenecek son söz daima kadere aittir.

Ne yazıldıysa insanoğlunun alnına onu yaşayacaktır ve sen ne kadar söz söylesen de yaşam adına, son sözü kimin söyleyeceği belliydi! 

Bir ömrün nasıl geçtiğini kısa ve öz biçimde şöyle anlatmıştı;

“Baharı yaz uğrunu tükettik

Aşkı naz uğruna

Ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna

Derken ömrü tükettik

Bir hiç uğruna.”

Onun şiirlerine bakıldığında hayatın kısa bir özeti görülebilir, bakmasını bilene tabi ki. O, baharda açan bir güldü. Güzel kokularını yaydı edebiyatın bahçesine, bülbülü kıskandırırcasına ve sonra zamanı gelince solup gitti bir hazan günü. Bu sonbaharın düşen son yaprağıydı ve düşerken her yüreğe ateş düşürdü. Cennete bir gül aşığı bülbül daha göç eyledi. Artık orada şakıyacak şiirlerini. Belki bir gün adı unutulur ya da nadiren hatırlanır ancak şiirleri ve düşünceleri hep dilde olacaktır; insanlara ışık olacak karanlılarda, aşıklara yok gösterecek sevdanın girdabında...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol