Unutmak!

İnsanoğluna verilen nimetlerden bir tanesi denilebilir. Eğer unutmak eylemi olmasaydı yaşanılan her ne varsa bir ömrü çekilmez hale getirirdi.

Çocukken düşüp de dizimizi yaraladığımızda bizlere hep “Büyüyünce unutursun.” denilirdi büyüklerimiz tarafından. O an ne demek istediklerini pek anlayamasak da zaman geçtikçe ve yaş aldıkça biz söylenilen o cümlenin ne anlama geldiğini anlamaya başladık yavaş yavaş. Bu, aslında o sözü söyleyenlerin de unuttukları ve unutamadıkları yaralarının olduğunu göstermekte. Yaşamayan zaten hiçbir zaman anlatamaz…
Çocukken yaralarımızın çoğu bedenseldi, ya dizimiz yaralanır, ya avuçlarımız kanar, ya düşüp kolumuz kırılır, ya bir yere çarpıp kafamız yarılır veya onlardan farklı olarak oyuncağımız kaybolur ya da kırılıp bozulurdu. Birkaç saatlik gözyaşı ve kendini paralamadan sonra unutulup giderdi kırılan oyuncağın adı da sanı da. Şimdi kime sorsanız sahip olduğu oyuncakların çoğunu hatırlamaz ve kırılanların hangisi olduğunu bilmez bile. Bilenler olsa dahi çok üstelemeyip geçer çünkü o da bilir o anki ağlayıp sızlamaların çocuksu duygular kaynaklı olduğu.

Dizimizdeki ya da avuçlarımızdaki yaralardan kalan küçük izlere bakınca hatırlarız onların nasıl meydana geldiğini ve çoğunu da anlatırken yüzümüzün bir köşesine gülümseme gelip konuverir. O gülümseme biraz hüzün de barındırır. Geçip giden zamanın geri gelemeyeceğini bildiğimiz için o güzel günlerin hüznünü böylesi gülümsemelerle örtmeye çalışırız.

Unutmak, mümkün olmasaydı eğer hiçbir yürek katlanamazdı hayatın sınamak için verdiği acılara, bıraktığı izlere. Bizler için değerli olmayan birini veya herhangi bir şeyi unutmak daha kolaydır ancak hayatımıza etki eden ve ona küçük dokunuşlarda bulunan, birçok şeyi değiştiren insanları unutmak ne mümkün!!!

Kaybedilen bir babayı, anneyi, evladı, eşi dostu, kardeşi unutmak mümkün olmaz pek. Zaman belki acısını dindirir bu kayıpların çünkü yaradan kimsenin omuzuna kaldıramayacağı yükü yüklemez. Acısını dindirse de arada çatkapı gelir insanın aklına işte o an anlarsın ki unutulmayıp zihnin mahzenine atıldığını. Denize atılan bir şişe gibi… Deniz çoştukça onu getirip kıyılarına vurur. Sonra bir bakmışsın ki ayaklarının altında bıraktığın yerde öylece duruyordur.Bir süre öylece bakıp zamanda yolculuk yapıp sonra tekrar zihnindeki denizin derinliklerine atarsın ta ki o deniz çoşup kıyıya vuruncaya kadar…

Çocukken bedende kalan yaraların üstünü örtmek kolaydır ve hatırlamakta çoğu zaman kişinin kendisindedir. Ancak ruhta, gönülde yara bırakanları unutmak pek de kolay değildir. Oraya samimiyetle dokunan birinin bıraktığı iz öyle kolay silinmez. Bazen o yarayı iyileştirmek adına daha çok yaralananlar da oluyor, bazen kendi yarasını iyileştirmek için bir başkasını yaralayan da.

Unutmak!
Giden için de kalan için de kolay değildir. Giden, geride bırakılandan bir parça alıp gitmiştir bırakmayı unutarak; kalan, gidene verdiklerini geri almayı unutmuştur istemekten utanarak. Giden kendisiyle götürdüklerinin ağırlığını taşımakla ömrünü geçirken kalan ise içindeki eksikliğin verdiği yarım kalmışlığın acısıyla geçirir ömrünü. Kalmanın da gitmenin de unutmak için çare olmadığını anlarlar…

Can Yücel’in de dediği gibi
“Umutma, onu artık unuttum demek; onu bir kez daha hatırlamaktır aslında!”

Unutmak zaten hatırlamamaktır ama hatırlamaya devam ediyorsan unutmak mümkün olmamıştır!!!

Bunu kimileri beyaz bir kağıda şiir olarak yansıtır, kimileri bir türkü olarak sazıyla dile getirir. Yazılan şiir de söylenen türkü de dillerde dolanıp durur ki unutamayan her kim ise yalnız olmadığını anlar.

Unutmak mı?
Unutulmak mı?
Unutamamak mı?
Zor olan hangisi sizce…..

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol